İsrail’in Gazze üzerinde uyguladığı eylemleri, “etnik temizlik” suçu ile örtüştürmek de mümkündür. Sivil nüfusu zorla göç ettirerek ya da toplu katliam yoluyla etnik açıdan homojen bir coğrafi bölge oluşturma eylemleri etnik temizlik suçlarıdır. Prof. Dr. Yücel Acer, İsrail’in, Filistinlilere karşı işlediği savaş suçlarını, uluslararası insancıl hukuk kurallarını ihlalini ve ilerleyen süreçte Uluslararası Ceza Mahkemesince sürecin nasıl yürütülebileceğini kaleme aldı.
Gazze Şeridi’nden 7 Ekim günü İsrail’e yönelik Hamas’ın askeri kanadı Kassam Tugayları tarafından gerçekleştirilen askeri taarruzları müteakip İsrail silahlı kuvvetleri Gazze Şeridi’ni doğrudan hedef alan geniş çaplı askeri saldırılara başladı. Neredeyse ilk günden itibaren havadan ve karadan aralıksız bombalanan şehirler ve kasabalarda şu ana kadar binlerce sivil hayatını kaybetti ya da yaralandı. Yüzbinlerce insan yaşadıkları yerlerden zorla göç ettirildi. “Hamas’ı yok etme niyeti” iddiası ile Gazze yaşanılamaz hale getirildi. Bu ağır saldırıların hukuki bir zemininin bulunup bulunmadığının ve hangi temel kuralları ihlal ederek ne tür suçlara yol açtığının ortaya konulması elzemdir. Genel değerlendirmeler dahi, hukuki zemini bulunmayan bu yasa dışı saldırıların “savaş suçları”, “insanlığa karşı suçlar” hatta “soykırım suçu” oluşturacak boyutlara ulaştığını gösteriyor.
Silahlı güce başvurma hakkı
Filistinli grupların askeri taarruzları karşısında İsrail’in meşru müdafaa hakkının bulunmadığını, bu tür taarruzlar karşısında İsrail’in Filistin topraklarını işgal eden bir devlet olarak yalnızca hukuki yükümlülüğünden bahsedilebileceğini, bu yükümlülüğün de İsrail’in işgal ettiği topraklardan meşru sınırlarına çekilmek olduğunu belirtmek gerekir. Bu durum, Uluslararası Adalet Divanının İsrail’in Filistin topraklarında inşa ettiği duvara dair verdiği danışma görüşünde de açıkça ifade ediliyor. Bu yönde resmi açıklamalar yapan devletler ve görüş bildiren uzmanlar bulunuyor. İsrail’in işgalci taraf olduğu gerçeği bir kenara koyulduğunda ve İsrail’in meşru müdafaa hakkını kullandığı varsayılsa dahi kullanılan gücün orantısızlığı ve hedef alınan kişi ve mekanlar dikkate alındığında, İsrail’in karşı saldırılarının meşru müdafaa hakkının yasal sınırlarından çıktığını ve hukuki zeminden yoksun topyekun bir saldırıya dönüştüğünü gözlemliyoruz.
Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) kurucu anlaşmasının 8. maddesinde ifade edildiği gibi, siyasi veya askeri teşkilat üzerinde etkili bir şekilde kontrol uygulayan veya yönlendiren kişi ya da kişiler tarafından “bir saldırı eyleminin” planlanması, hazırlanması, başlatılması ve yürütülmesi “saldırı suçu” oluşturuyor. Bu suç, savaşı başlatan ve yürüten siyasi ve askeri yöneticilerin kişisel cezai sorumluluğuna yol açtığı gibi karşı tarafa verilen zararın giderilmesini de gerektiriyor.
İsrail’in eylemleri ve uluslararası insancıl hukuk kurallarının ihlali
Savaş esnasında savaş dışı siviller, yaralı askerler ve savaş esirleri gibi kişilerin ve sivil mülk ve altyapının, tarihi kültürel eserlerin korunmasını amaç edinen uluslararası insancıl hukukun ilgili kuralları ve İsrail’in ilgili eylemleri birlikte değerlendirildiğinde, İsrail’in eylemlerinin birçok farklı türden savaş suçu oluşturduğu görülüyor.
UCM’nin kurucu anlaşmasının 8. maddesinde tanımlandığı gibi, ilgili Cenevre Sözleşmesi hükümleri uyarınca korunan kişilere veya mallara karşı ve bir planın veya politikanın ya da büyük ölçekli eylemlerin bir parçası olarak gerçekleştirildiğinde kasten öldürme, insanlık dışı muamele, kasten büyük acıya neden olma veya vücuda veya sağlığa ciddi zarar verme, askeri gerekliliklerle haklı gösterilemeyecek şekilde mülklerin kapsamlı bir şekilde imha edilmesi ve bunlara el konulması, bir savaş esirini veya diğer korunan bir kişiyi kasten adil ve düzenli yaşam haklarından mahrum bırakma, hukuka aykırı olarak sınır dışı etme veya nakletme veya hukuka aykırı olarak hapsetme, rehin alma gibi eylemler savaş suçu teşkil ediyor. Ayrıca, geniş çaplı etkisi nedeni ile sivillerle askerler arasında ayrım gözetmeyen, kullanıldığında sivillere de zarar veren ve hedef alınan şahıslara gereksiz acı veren türden silahların kullanımı da savaş suçu oluşturan eylemler arasındadır. İsrail’in geniş çaplı etki yaratarak sivilleri de öldüren ya da yaralayan türden silahlar kullandığı açıkça ortadadır. İsrail, yakıcı niteliğe ile kişilere ağır acı veren ve bu nedenle kullanımı yasak olan fosfor bombasını Gazze’nin kuzeyinde bazı bölgelerde kullandığına dair somut kanıtlar ortaya konmuştur.
İsrail’in yukarıda belirtilen eylemleri, savaş suçu oluşturan eylemlerle örtüşüyor. Sivillerin kasten öldürülmesi ya da yaralanması, insanlık dışı muamele, vücuda veya sağlığa ciddi zarar verme, zorla yerinden etme, mülklerin kapsamlı imhası ve yasaklanmış silahların kullanımı gibi eylemler en ön plana çıkan eylemler durumundadır.
UCM statüsü birçok suç eyleminin yanı sıra ayrıca, kasıtlı olarak sivil nüfusa veya bireylere saldırılar yöneltmek, sivillere kasıtlı olarak saldırı düzenlemek, personele, tesislere, malzemeye, birliklere veya birimlere kasıtlı olarak saldırmak, Birleşmiş Milletler (BM) Şartı uyarınca insani yardım veya barışı koruma misyonunda yer alan araçlara bu tür saldırlar yapmak, sivillere zarar vermesine veya doğal çevreye yaygın, uzun vadeli ve ciddi zarar vermesine neden olacak ve beklenen somut ve doğrudan genel askeri avantajla karşılaştırıldığında açıkça aşırı olacak eylemlerde bulunmak da suç sayılıyor.
İnsanlığa karşı suçlar
İsrail’in eylemlerinin yalnızca “savaş suçu” oluşturmakla kalmayıp ayrıca daha ağır bir niteliğe sahip “insanlığa karşı suç” da teşkil ettiği söylenebilir. UCM Statüsü’nün 7. maddesi, saldırı “herhangi bir sivil topluluğa yönelik yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak” gerçekleştiriliyorsa insanlığa karşı suç kapsamına gireceğini öngörüyor.
İsrail’in eylemlerinin “bir sivil topluluğa yönelik yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak” gerçekleştirildiğine dair önemli göstergeler bulunuyor. Hedef Hamas’ın askeri yeteneklerini ortadan kaldırmak ve Gazze Şeridi’ndeki egemenliğine son vermek olarak açıklansa da bunun çok ötesine geçildiği, sivil nüfusun Gazze’nin kuzeyinden atılmasının sağlanmaya çalışıldığı, bütün eylemlerin de bu plan dahilinde sistematik olarak gerçekleştirildiği görülüyor.
Hatta insanların önceden yaşadıkları yerlere tekrar dönmesini engellemek için gerekmediği halde bütün yerleşim binalarının tamamen yıkıma uğrayacak şekilde bombalanması, hastanelerin bombalanarak yaralıların ve sığınan sivillerin dahi hedef alınması, süre tanınarak sivil halkın yaşadıkları yerleri terk etmeye zorlanması, insani yardımların ulaşmasının engellenmesi, temel ihtiyaç unsurlarının Gazze’ye akışının kesilmesi, korku salacak türden, örneğin Gazze’de hiçbir yerin güvenliği olmadığını gösterecek türden saldırılar yaparak halkın göçe zorlanması, mümkün olduğunca fazla insan kaybına yol açacak türden bombalama eylemlerinin gerçekleştirilmesi, Gazze halkının tümden hedef alınması, güçlü göstergeler olarak değerlendirilmelidir.
Etnik temizlik suçu
İsrail’in Gazze’de uyguladığı eylemleri “etnik temizlik” suçu ile örtüştürmek de mümkündür. Sivil nüfusu zorla göç ettirerek ya da toplu katliam yoluyla etnik açıdan homojen bir coğrafi bölge oluşturma eylemleri etnik temizlik suçlarıdır.
İsrail’in saldırılarının yalnızca “savaş suçları” ve “insanlığa karşı suçlar” oluşturmakla kalmayıp “soykırıma varan eylemler” olarak da nitelendirildiklerini görüyoruz. UCM Statüsü’nün 6. maddesi soykırım suçunu, “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek maksadı ile grubun üyelerini öldürmek, grubun üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar vermek, grubun fiziksel olarak yok olmasına yol açacağı hesaplanarak yaşam koşullarını kasıtlı olarak bozmak, grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirler uygulanması veya gruba ait çocukların zorla başka bir gruba nakledilmesi” olarak tanımlıyor.
İsrail, Gazze Şeridi’ne gerçekleştirdiği eylemleri ile her gün yüzlerce Filistinli sivili öldürüyor, onlara ciddi bedensel veya zihinsel zarar veriyor ve grubun yaşam koşullarını bozan ağır tedbirleri kasten uyguluyor. İsrail’in bu eylemlerinin Gazze’de yaşayanları tamamen olmasa dahi kısmen yok etme niyeti ile yapıldığı kanıtlandığında soykırım suçunun oluştuğu söylenebilecektir. İsrail’in sivil ve askeri yetkililerinin bu maksatla hareket edip etmediğini kanıtlamak şüphesiz ki zor olacaktır. Zira söz konusu niyet alenen ifade edilmeyecektir ve herhangi bir niyetin ispatının olduğu gibi İsrail’in niyetinin ortaya konması da zor olacaktır.
Ancak Bosna Hersek-Sırbistan Soykırım Davası Kararı’nda Uluslararası Adalet Divanının ifade ettiği gibi, eylemlerin niteliğinden niyete ulaşmak mümkündür. İsrail’in eylemlerinin niteliğinin incelenmesi ile bu yönde bir niyetin var olup olmadığının ortaya konulması mümkün ve hukuken muteber olacaktır. Sivillere ulaşacak insani yardımın kesilmesi, gıda ve enerji akışının engellenmesi, hastanelerin bombalanması eylemleri, Filistinlilerin Gazze’nin güneyine göç etmesi istendiği halde ulaştıkları güneydeki yerlerde de bombalanmaları Filistinlileri kısmen dahi olsa yok etme niyetinin taşınıyor olabileceğinin kanıtlarıdır. Bu kanıtlara benzer daha birçok kanıtın ortaya konması mümkündür. Filistin 2014 yılında UCM’den Filistin topraklarında işlenen suçların soruşturulmasını ve sorumluların yargılanmasını talep etmişti. Filistin daha sonra 2015 yılı başlarında UCM Statüsü’ne taraf olarak talebini daha da güçlendirdi.
Filistin’in Mahkeme’nin statüsüne taraf hale gelmesi ile İsrail’in işgal ettiği kısımlar da dahil olmak üzere Filistin topraklarında işlenen bütün suçlar, kim tarafından işlenirse işlensin Mahkeme tarafından soruşturulması gereken ve sorumlularının cezalandırılması gereken suçlar haline gelmiştir. Bu talep üzerine UCM halihazırda Filistin topraklarında işlenen suçları soruşturuyor ve 7 Ekim’de başlayan saldırılar da Mahkeme’nin yargı yetkisine giriyor. Nitekim UCM Savcısı, Hamas’ın ve İsrail’in eylemlerinin UCM’nin yetki alanına girdiğini açıkça ifade etti. Güney Afrika Cumhuriyeti, Bolivya, Bangladeş ve Cibuti gibi devletler, UCM’ye başvurarak İsrail’in Gazze’ye gerçekleştirdiği saldırıların soruşturulmasını talep etti. Ayrıca birçok sivil toplum kuruluşu ve şahıslar ellerinde bulunan delilleri Mahkeme’ye ulaştıracaklarını da beyan etti. Sivil toplum kuruluşlarının ya da şahısların Mahkeme’den resmi talepte bulunma yetkisi bulunmamasına rağmen Mahkeme savcılığına deliller ulaştırarak soruşturmalara savcı üzerinden destek olmaları mümkündür.
Bu durumda ilerleyen dönemlerde UCM’nin özellikle bazı İsrailli sivil ya da askeri karar vericiler hakkında soruşturma başlatması, dava açması ve yakalama kararları çıkarması beklenmelidir. Ancak Mahkeme’nin gıyabında yargılama yetkisi bulunmadığından, hakkında dava açılan İsrailli yetkililerin yargılamalarının devam edebilmesi ve cezalandırılabilmeleri için şahsen ele geçirilip Mahkeme’ye teslim edilmeleri gerekiyor.
Prof. Dr. Yücel Acer
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi, SETA