Netanyahu, İran geriliminden elde ettiği krediyi, nihai adım olarak gördüğü Refah operasyonu konusunda ABD’nin olumsuz tavrını değiştirmek için kullanacaktır. Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serhan Afacan, İran-İsrail arasındaki gerilimi ve muhtemel senaryoları kaleme aldı.
İsrail’in 1 Nisan’da İran’ın Şam’daki konsolosluk binasına düzenlediği hava saldırısından yaklaşık 2 hafta sonra 13 Nisan akşamı Tahran, İsrail topraklarına misilleme saldırısında bulundu. Bu karşılıklı restleşmenin üzerinde durmayı gerektiren birçok boyutu var.
İran İsrail geriliminde hangi eşikler aşıldı?
Süreçte en dikkati çekici çıkışlardan biri, İran’ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilciliğinin resmi sosyal medya hesabından geldi. Henüz İran’ın İsrail topraklarına gönderdiği füzeler ve dronlar havadayken yapılan açıklamada, saldırının “siyonist rejimin” saldırganlığı karşısında nefsi müdafaa niteliği taşıdığı” vurgulanarak, “Konunun burada kapandığı söylenebilir. Ancak İsrail rejiminin bir hata daha yapması durumunda İran’ın tepkisi çok daha sert olacaktır.” ifadeleri kullanıldı. Bu noktadan sonra İran cenahından gelen tüm açıklamaların bir yerlerine “kendimizi savunduk” ve “daha fazla gerilim istemiyoruz” mesajı iliştirildi. İsrail’in karşı hamle yapıp yapmayacağı tartışılırken 19 Nisan sabaha karşı İran’ın İsfahan kenti yakınlarındaki bir hava üssünde patlama meydana geldiği haberleri çıktı. Tebriz’den gelen benzer haberler ise henüz doğrulanmadı. İran’da çok kısa süren panik halinin ardından hayat birkaç saat içinde normale döndüğü gibi İran basını işi İsrail’in misillemesiyle alay etmeye kadar götürdü. Gün boyu İran rahat ve kaygısız olduğunu göstermek için her şeyi yaptı. Bu arada bu defa Amerika Birleşik Devletleri (ABD) medyasında “konunun” kapandığına ilişkin haberler çıktı. Yani İsrail saldırısına karşılık veren İran, CNN’e konuşan İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın ifadesiyle, İsrail’i “ikaz” etti. İsrail de Dışişleri Bakanı Yisrael Katz’ın “yılanın başı” olarak tanımladığı İran’a altta kalmayacağını gösterdi. Bunlar dışında da İran ve İsrail tarafından son haftalarda yapılan çok sayıda açıklama, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da belirttiği gibi “akla ziyandı”.
Tabii meselenin bir de reel politik tarafı var. Öncelikle bu karşılıklı restleşmede, Şam’daki saldırıda Kudüs Gücü Komutanı Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahidi dahil 7 askerini kaybeden İran’ın bu anlamda daha çok zarar gören taraf olduğu açık. İsrailli kaynaklar Zahidi’nin saldırı esnasında İslami Cihat yetkilileriyle toplantı halinde olduğu yönünde haberler yaptı. İran’ın özellikle Suriye’deki varlığında kritik rol oynayan Zahidi’nin öldürülüşünün İsrail için önemi vurgulandı. İran’ın saldırısındaysa İsrail’de benzer bir zarar ya da kayıp meydana gelmedi. Ama yine de İran, on yıllardır hiçbir devletin yapmadığını yaparak İsrail topraklarını hedef aldı. İsraillilerin gece boyu yaşadığı korku da işin cabası. Sürecin nereye evrileceği gözlenirken herkes bu son sürtüşmeyi başlatanın İsrail olduğunu ve konu kapanacaksa bunu da İsrail’in kapatacağını biliyordu. Kapanıp kapanmadığına karar vermek için ise “konunun” ne olduğunu tespit etmek gerekir. İran ve İsrail hiçbir zaman birbirine karşı topyekun savaşma niyetinde olmadı. Daha önce olduğu gibi bu defa da kapanan konu bu. Değilse iki ülke arasındaki gerilim, en az 45 yıllık bir geçmişe sahip olması bir yana son yaşananlarla doğrudan birbirini hedef alma eşiğinin de aşılmasının etkisiyle devam edecektir. Zira bu gerilimin her iki devletin de bölgesel politikalarında merkezi bir yeri var. İran’ın bölgesel politikasının İsrail karşıtı görüntüsünün Tahran açısından nasıl bir kaldıraç işlevi gördüğü ortada. İsrail de İran’ı “tehdidini”, bölgesel ve küresel ittifaklarını tahkim etmek için kullanıyor. Öyleyse İsrail’in bundan sonraki hamlesi ne olur?
“Deniz aynı deniz, Araplar aynı Araplar”
13 Nisan’dan önce en son İran’ın azılı düşmanı Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, 17 Ocak-23 Şubat 1991’de İsrail’i 41 Scud füzesiyle hedef almıştı. Yaşanan can kayıplarına rağmen, dönemin İsrail Başbakanı İzak Şamir ve kabinesi saldırıya misillemede bulunmamıştı. Bu kararın arkasında Şamir’in bu olaydan birkaç ay önce ağustosta Beyaz Saray’da dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush ile yaptığı görüşme vardı. Görüşmede Körfez’de yaklaşan krizin çözümünde İsrail’in gözetileceği yönünde Bush’tan güvence aldığını söyleyen Şamir, şu ifadeleri kullandı: “Bunu birkaç kez söylemişti. Şimdi bana tekrar söyledi. İsrail aleyhine olacak bir anlaşma yapılmayacak.” Şamir aynı gün bir başka yerde yaptığı konuşmada şunları da ekledi: “Şunu en baştan belirteyim. 1990’daki İsrail, 1938’deki Çekoslovakya değildir.” İsrail Başbakanı burada Britanya ve Fransa’nın Çekoslovakya’nın Sudetenland’ı Almanya’ya bırakması konusunda Hitler’le anlaştığı 1938 Münih Anlaşması’na atıfta bulunuyordu. Nitekim çok geçmeden Çekoslovakya Naziler tarafından işgal edilmişti. Şamir yönetimindeki İsrail’in ise Araplardan işgal ettiği hiçbir toprak parçasından çıkmaya niyeti yoktu. Bu nedenle enerjisini daha çok sınırdaş olduğu ve önemli bölümünden toprak gasbettiği Arap devletleri ve Filistin toprakları için mücadele veren örgütlerle savaşmaya ayıran İsrail, sınırdaş olmadığı Irak tehdidini ABD’ye havale etti. İsrail şimdi de aynı şeyi İran üzerinden yapıyor.
İsrail’in mevcut Başbakanı Binyamin Netanyahu kendisinin 1984’te İsrail’in BM Temsilcisi olmasını sağlayan dönemin İsrail Başbakan Yardımcısı Şamir’in 2012’deki ölümünün ardından yaptığı açıklamada, Arapların “Yahudileri” denize dökme söylemlerine gönderme yaptıktan sonra Şamir’in meşhur “Deniz aynı deniz, Araplar aynı Araplar” ifadelerini hatırlatarak onun “hiçbir zaman kendisini veya gerçeği zamanın modasına uydurmak için eğmediğini” söyledi. Yani Netanyahu’ya göre İsrail ile Araplar arasındaki bu durum her zaman devam edecekti. Nitekim İsrail öncelikli tehdit olarak etrafındaki ve içindeki Arapları görüyor ve 1948’den bu yana savaş ya da diplomasi yoluyla işgal ve insansızlaştırma politikasını sürdürüyor. İsrail’in İran’dan bu tür bir tehdit algısı bulunmuyor. Bu nedenle Netanyahu en azından kısa vadede İran geriliminden elde ettiği “krediyi” aylardır devam ettirdiği Gazze Şeridi’ndeki kötü hedefleri için nihai adım olarak gördüğü Refah operasyonu konusunda ABD’nin şimdiye dek olumsuz olan tavrını değiştirmek için kullanacaktır. Ne yazık ki ABD’den gelen sinyaller Washington’un olası bir İsrail saldırısını en hafif ifadesiyle görmezden geleceğini gösteriyor. Tahran-Tel Aviv-Washington hattında bunlar yaşanırken, 20 Nisan’da Türkiye, Gazze’de yaşananları masaya yatırmak üzere 10 gün önce İsrail saldırısında 3 oğlunu ve 2 torununu kaybeden Hamas lideri İsmail Heniyye ve Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri’yi ağırlayacak. Hem Türkiye hem de Mısır, Netanyahu’nun mevcut konjonktürden yararlanmak istediğinin ve bunun Gazze Şeridi’nde yeni bir katliama yol açacağının farkında. Zaten mevcut koşullarda bölgedeki en can alıcı konu da bu.
Doç. Dr. Serhan Afacan
Marmara Üniversitesi
Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi