Reformun en vurucu noktası üye devletler için göçün nasıl yönetileceğine dair “zorunlu dayanışma” mekanizmasının getirilmesidir. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Alper Yılmaz, Avrupa Parlamentosunda (AP) oylanarak kabul edilen Avrupa Birliği’nin (AB) Göç ve İltica Anlaşması ve İngiltere’nin aynı tarihlerde Ruanda planını onaylamasının ne anlama geldiğini kaleme aldı.
“İltica Reformu”, AB’nin uzun yıllardır üzerinde mutabakata varmak istediği fakat birtakım farklı sesler ve eleştirilerden ötürü hayata geçiremediği bir anlaşma niteliğindeydi. Reform nihayet Nisan 2024’te yürürlüğe girdi. Öncelikle bu anlaşmaya göre sığınmacılar, vardıkları AB ülkesinde derhal kaydedilecek ve sığınma şansı çok düşük olan kişiler belirlenecek. AB sınırlarına karadan, denizden veya havadan vize koşullarına sahip olmadan giren kişilerin 7 gün içinde kimlik tespiti, biyometrik verilerin toplanması, sağlık ve güvenlik kontrollerinin de dahil olduğu bir giriş öncesi zorunlu tarama işlemine tabi tutulması öngörülüyor. Ayrıca çocukları da kapsayacak şekilde tüm sığınmacılar, parmak izleri ve yüz görüntüleri de dahil olmak üzere “Eurodac” veri tabanına kaydedilecek. Veri tabanı sayesinde göçmenlerin daha önceden sığınma talebinde bulunup bulunmadığı ve sabıkasının olup olmadığı anlaşılacak. Göçmenlerin veri tabanına kaydedilmesi AB tarafından onların güvenlik tehdidi oluşturup oluşturmadığının kontrol edilmesi açısından önemli bir tedbir olarak görülüyor.
İngiltere hükümetinin ülkeye yasa dışı yollarla giren sığınmacıları Ruanda’ya göndermek için 2 yıldır geçirmek için uğraştığı planın onaylanmasının, Avrupa Parlamentosunun aldığı kararla aynı zaman dilimine denk gelmesi manidar.
Tarama sonucunda sığınma şansı az olan kişiler ivedilikle geldikleri ülkeye geri gönderilecek. Maksimum 12 hafta sürmesi öngörülen hızlı sınır prosedürü çerçevesinde ulusal güvenlik açısından risk oluşturan, yanıltıcı bilgi veren, tanınma oranı yüzde 20’den düşük ülkelerden gelen göçmenlerin AB sınırlarına girmelerine izin verilmeyecek. Bunun yerine bu kişiler sınırdaki tesislerde tutularak yasal giriş yapmama kurgusu (legal fiction of non-entry) yaratılacak. Bu uygulamadan anlayabileceğimiz üzere nihai hedef güvenlik tehdidi olarak algılanan sığınmacıların Avrupa sınırları dışına hızlıca geri gönderilmesine öncü olmak ve AB’yi düzensiz yollarla kitlesel olarak gelen sığınmacılardan izole etmektir.
Yeni İltica Reformu’nun en vurucu noktası üye devletler için göçün nasıl yönetileceğine dair “zorunlu dayanışma” mekanizmasının getirilmesidir. Bu kapsamda, sığınmacıların AB genelinde daha adil bir şekilde dağıtılması için zorunlu ancak esnek bir dayanışma mekanizmasının hayata geçirilmesi hedefleniyor. Özellikle İtalya ve Yunanistan’ın sığınmacı yükünü hafifletecek bu anlaşma uyarınca, üye ülkelerin kişi başına düşen milli geliri (GSYH) ve nüfus büyüklüğüne göre bir dağıtım yöntemi uygulanacak. Anlaşmaya göre, yılda ilk etapta en fazla 30 bin sığınmacının kabul edilmesi ve bir sığınmacının başvurusunun değerlendirilmesi için üst sınırın 6 ay olması kararı alındı. İltica Reformu’nda asıl mühim madde ise sığınmacıları sınırlarına dahil etmek istemeyen AB üyesi ülkelerin, varış ülkesine göçmen başına 20 bin avro tutarında bir katkı payı ödeyerek göçmenlerin ülkeye girişinden muaf tutulacak olmasıdır. Bir diğer ifadeyle ülkelerine göçmen almak istemeyen ülkelere karşı artık bir yaptırım olacak. Bu ceza sonucunda toplanan paraysa AB’nin bütçesinde birikip sığınmacılar için düzenlenen yeni projeler için kullanılacak.
Reformun imzalanmasında aşırı sağın etkisi
Bu kararın, Haziran 2024’te yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde Avrupa genelindeki aşırı sağ ve göçmen karşıtı partilere verilen desteğin ivme kazanmasıyla bağlantılı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Son kamuoyu araştırmalarına göre Avrupa Muhafazakarlar ve Reformcular Partisi (ECR) ve Kimlik ve Demokrasi Partisi (ID) gibi muhafazakar ve merkez sağ tandanslı oluşumların üye sayılarındaki oranların yükselmesi Parlamento’nun liberal, sosyalist ve yeşiller kanadında endişe uyandırdı. Tabiatıyla bu durum onları göç meselesini kökten çözme arayışına itti. Dolayısıyla reformun yürürlüğe girmesinde aşırı sağ ve ırkçı liderlerin söylemlerinin bu kadar dikkate alınması, AB parlamenterlerinin pragmatist davranarak kendi iktidar mücadelelerini evrensel hukuk ve insan hakları gibi değerlerden daha üstün tuttuğunu gösterdi.
Reformun göçe etkisi olur mu?
Yalnızca sınır güvenliğini sağlamak için belirli adımlar atmanın, yasa dışı göç sorununu kökten çözeceğine inanmak güç. Bu noktada AB, göç meselesine sınır güvenliği odaklı yaklaşmaktan ziyade öncelikle menşe ülkelerle anlaşmalar yaparak sorunu çözmeye yönelik çalışmalar yapmalıdır. Yani AB sorunu, bizzat kaynağından çözülmelidir. Kalkınma projelerinin hedefe yönelik bir şekilde teşvik edilmesi, ilk etapta Avrupa’ya kitlesel göç fikrinin önüne geçebilir. Örneğin Afrika, mevcut durumda dünya üzerinde açlık hızı en fazla yayılan kıtadır. Bu coğrafyada 250 milyondan fazla kişi yetersiz besleniyor. Bu durum da kolera, ishal ve tifo gibi salgın hastalıklara yol açıyor. Yine dünya üzerinde en fazla işsizlik oranı Afrika’da bulunuyor. Buradaki açlığın, hastalıkların ve yoksulluğun bitirilmesi adına AB’nin bu kıtadaki ülkelere ekonomik yardımlar yapması, temiz su kuyuları açması, sondaj çalışmalarına ağırlık vermesi, yeni istihdam alanları yaratması ve sağlık merkezleri açması gibi uzun vadeli programlar şart. Ayrıca Avrupa’nın genç ve dinamik iş gücüne olan ihtiyacına binaen gelişmemiş ülkelerde “Avrupa’ya düzenli ve güvenli işçi göçüne” odaklanacak “göç ve kalkınma merkezleri” kurulabilir. Böylece kaotik durumlar karşısında ölüm riskini göze alarak ülkesini terk etmek zorunda kalan göçmenler için yasal ve güvenli bir zemin oluşturulabilir.
İngiltere’nin Ruanda kararı
İngiltere hükümetinin ülkeye yasa dışı yollarla giren sığınmacıları Ruanda’ya göndermek için 2 yıldır geçirmeye uğraştığı planın, AP’nin aldığı kararla aynı zaman diliminde onaylanması manidar. Yasa tasarısıyla Ruanda, düzensiz göçmenlerin sınır dışı edilebileceği güvenli bir ülke olarak kabul edilecek. Ama bu “güvenli ülke” tanımının neye göre yapıldığı tartışmalı bir husus. Göçmenlerin, geçmişte gözaltı merkezlerinde göçmenlere kötü muamele ve işkence yapma gibi suçlardan aleyhinde raporlar düzenlenen ve insan hakları konusunda başarısız bir sınav veren Ruanda gibi bir ülkeye gönderilmesi, İngiltere’nin sırf kendi yükünü hafifletmek için göçmenlerin can güvenliklerini göz ardı etmesi anlamına geliyor. Eğer insan hakları örgütleri bundan sonraki süreçte Ruanda’daki göçmenleri yakından incelemeye alırsa ve hak ihlallerine tanıklık ederse, İngiltere’nin aldığı bu karar ileride başını fazlasıyla ağrıtabilir.
Doç. Dr. E. Alper Yılmaz
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Öğretim Üyesi