Netflix, Famagusta dizisiyle tarihi çarpıttığı için utanmalı ve Yunan zenginlerinden para koparmak için yaptığı Faustvari pazarlık nedeniyle Türkiye ve Kıbrıslı Türklerden özür dilemelidir. Turkish Anti-Defamation Alliance (TADA) Hukuk Danışmanı Bruce Fein, Netflix’in yalanlarla dolu “Famagusta” dizisi çerçevesinde Rumların Kıbrıs Türklerine uyguladığı soykırımı kaleme aldı.
Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels ve film yapımcısı Leni Riefenstahl’ın propagandalarının nasıl yeni bir seviyeye taşındığını görmek istiyorsanız, Netflix’in “Famagusta” dizisini izleyiniz. Bu dizi, Yunan ve Kıbrıslı Rum teröristlerin, DEAŞ’tan farksız bir şekilde Kıbrıs Türklerini geniş ölçekte katletmelerini engellemek için Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’a yaptığı yasal kurtarma harekatını konu alıyor. Ancak hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Türkiye’nin askeri müdahalesi, yangını söndüren bir itfaiyeci gibi gösterilmesi gerekirken, yangını çıkaran taraf olarak tasvir ediliyor. Yunan ve Kıbrıslı Rum teröristlerin ise senaryodan tamamen silindiği görülüyor.
Tarih ne söylüyor?
Netflix bu yaptığından utanmalı ve Yunan zenginlerinden para koparmak için yaptığı Faustvari pazarlık nedeniyle Türkiye ve Kıbrıslı Türklerden özür dilemelidir. Fakat gelin, “Famagusta” propagandasını biz yararlı bir şeye dönüştürelim. Bunu, Batı’nın siyasi ve dini çıkarlar için rutin olarak çarpıttığı veya sakladığı Kıbrıs gerçeğini keşfetmek için bir tarih dersine çevirelim. 1878’den itibaren Kıbrıs, önce bir İngiliz himayesi olmaktan askeri olarak ilhak edilmiş bir bölgeye, ardından da bağımsızlığa kavuşana kadar bir İngiliz Kraliyet kolonisine dönüşmüştü. Rumlar, yerli nüfusun yaklaşık yüzde 78’ini, Türkler ise yaklaşık yüzde 22’sini oluşturuyordu.
Bağımsızlığa giden süreçte, Yunan Başpiskopos Makarios’un rehberliğinde ve Yunanistan ile işbirliği içinde olan bir Yunan terör örgütü olan EOKA, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını, yani “enosis”i [1] gerçekleştirmeyi amaçlıyor ve Türk, Rum veya İngiliz fark etmeksizin muhalifleri öldürüyordu. Modern terminolojiyle EOKA bir yabancı terör örgütüydü.
Kıbrıs’ın bağımsızlığı öyle büyük bir coşkuyla karşılanmadı. Türkleri koruyan sağlam yasal güvenceler olmadığı için Rumların en kısa sürede Türk azınlığı yok etmeye çalışacağını herkes biliyordu. Bu nedenle 1960 Kıbrıs Anayasası genellikle önemli kararlar alınacağı zaman Ada’daki Rum ve Türklerin bir uzlaşma içinde olmalarını şart koşuyordu. Örneğin, yürütme yetkisi, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler tarafından birlikte seçilen Kıbrıslı Rum Cumhurbaşkanı ve Kıbrıslı bir Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı arasında eşit olarak paylaşılıyordu. Ayrıca, 1960 Garanti Antlaşması, Türkiye’ye (Yunanistan ve İngiltere ile birlikte) Kıbrıs’ın bağımsızlığını korumak için gerektiğinde müdahale etme ya da Kıbrıs’ın enosis gibi başka bir devletle birleşmesini önleme yetkisi veriyordu.
Kıbrıs Rumları, 1960 Anayasası’na karşı çıktılar çünkü bu anayasa, Kıbrıs Türklerini yok edilmekten ve boyunduruk altına alınmaktan koruyordu. 1963’te Başpiskopos Makarios, tek taraflı olarak Anayasa’nın işe yaramaz olduğunu ilan etti ve onu Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Belçika Tarafsızlık Antlaşması’nı yırtıp attığı gibi paramparça etti. Ardından “Famagusta” dizisinin izleyicilerinden sakladığı katliamlar ve soykırım gerçekleşti. Tüm bu olaylar, bağımsız medyada tarafsız bir şekilde anlatıldı.
Manşetler gerçekleri gözler önüne seriyor
Daily Express, 28 Aralık 1963’te Kıbrıs’tan şu haberi veriyordu: “Bu gece, son 5 günde 200 ila 300 kişinin katledildiği Lefkoşa’nın kapatılmış Kıbrıs Türk Mahallesi’ne gittik. Oraya giden ilk Batılı muhabirler bizdik ve yazarak anlatılamayacak kadar korkunç manzaralar gördük. Öyle dehşet vericiydi ki, insanlar gözyaşlarının da ötesinde, sersemlemiş gibiydiler.”
31 Aralık 1963’te, The Guardian şunları yazdı: “Kıbrıslı Rumların anlattıklarına dayanarak, tüm can kayıplarının her iki tarafın silahlı adamları arasındaki çatışmalardan kaynaklandığını iddia etmek resmen saçmalıktır. İddiaya göre, çoğu asker botu ve palto giymiş 40 kişilik bir grup tarafından yılbaşı arifesinde birçok Kıbrıslı Türk, bir doktorun eşi ve çocukları da dahil olmak üzere, banliyö evlerinde vahşice saldırıya uğrayarak öldürüldü. Kıbrıslı Türkler ellerinden gelen her şeyi yaparak karşılık vermelerine ve bazı saldırganları öldürmelerine rağmen, Kıbrıslı Rum sivillere yönelik bir katliam görülmedi.”
Daily Herald, 1 Ocak 1964’te yayınladığı haberinde şu sözlere yer verdi: “Kıbrıslı Türklerin evlerine vardığımda korkunç bir manzara ile karşılaştım. Duvarlar dışında evlerden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Bir Tokyo Napalm bombalama saldırısının bile bundan daha fazla yıkıma yol açabileceğini zannetmem. Çöken çatıların altında bükülmüş yatak yayları, çocuk karyolaları ve bir zamanlar masa, sandalye ve gardırop olan eşyaların gri küllerini buldum. Komşu Ayios Vassilios köyünde 16 harap ve yanmış ev saydım. Hepsi Kıbrıslı Türklere aitti. Her iki köyde de herhangi bir Rum evinde hasar izine rastlamadım.”
Lefkoşa’daki İngiliz Yüksek Komiserliğinden 12 Ocak 1964’te Londra’ya gönderilen yazıda (telgraf no. 162) şunlar kaydedildi: “Kıbrıs’ta Rum polisi, kavgayı kışkırtan ve kasıtlı olarak vahşet eylemlerine karışan aşırılık yanlıları tarafından yönetiliyor. Silahlı genç haydutları ‘özel polis’ olarak saflarına kattılar. Kıbrıs Hükümeti’ne geri dönmek isteyen Kıbrıslı Türk polislerini cezalandırmakla tehdit ediyorlar. Makarios, Sir Arthur Clark’a Türklere karşı hiçbir saldırı olmayacağına dair güvence verdi. Makarios’un verdiği bu güvence, önceki güvencelerinin de kanıtladığı gibi değersizdir.”
Daily Telegraph, 14 Ocak 1964’te Ayios Vassilious’ta yaşayan Kıbrıslı Türk sakinlerinin 26 Aralık 1963’te katledildiğini bildirdi. Kızılhaç’ın huzurunda cesetlerin toplu mezarlardan çıkarıldığını yazdı.
14 Ocak 1964’te, Giorgio Bocco’nun haber yaptığı Il Giorno’da şunlar kayda geçti: “Kıbrıs’ta terör devam ediyor. Şu anda Türklerin köylerden göç etmelerine tanık oluyoruz. Binlerce insan evlerini, topraklarını, sürülerini terk ediyor: Yunan terörü amansız.”
13 Şubat 1964’te Rumlar, tanklarla Limasol’un Türk mahallesine saldırarak 16 kişiyi öldürdü, 35 kişiyi yaraladı.
15 Şubat 1964’te The Daily Telegraph ise şunları bildirdi: “Bu, dün sabah 6 bin yerel Kıbrıs Türkü’ne karşı başlatılan bir askeri operasyondur. Rum Hükümeti’nin bir sözcüsü bunu resmen kabul etti. Tüm bu olanlardan sonra Rum ve Türklerin nasıl gerçekten bir araya gelebileceklerini düşünebileceklerini anlamak zor.”
Limasol’de gerçekleştirilen bir başka Kıbrıs Türk katliamı da the Observer tarafından 16 Şubat 1964’te bildirildi ve daha sonrasında daha başka katliamlar da yaşandı.
17 Şubat 1964’te Washington Post, Kıbrıslı Rum fanatiklerin “soykırım” politikasında kararlı göründüklerini bildirdi.
10 Eylül 1964’te Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri (BM doc.S/5950) şunları bildirdi: “UNFICYP, karışıklıklar sırasında Ada’nın her yerindeki mülklere verilen tüm hasarların ayrıntılı bir araştırmasını gerçekleştirdi. Çoğu Kıbrıslı Türk veya karma köyler olan 109 köyde 527 evin yıkıldığını, 2 bin evin ise yağmalamalardan zarar gördüğünü gösteriyor. Ktima’da 38 ev ve dükkan tamamen, 122’si ise kısmen yıkıldı. Lefkoşa’nın Orphomita banliyösünde 50 ev tamamen yıkılırken, orada ve bitişik banliyölerde 240 ev daha kısmen yıkıldı.”
Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı George Ball ise konu hakkında, “Makarios’un temel çıkarı, Türk müdahalesini engellemek ve böylece kendisinin ve Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türkleri katletmeye rahat rahat devam edebilmelerini sağlamaktı.” dedi.
1964’ten 1974’e kadar Anayasa’ya aykırı enosis savunucuları tüm varlıklarının sonuna kadar yanan bir kor ateş gibi şiddete devam ettiler ve yaktıkları ateşin alevleri söndürülmedi. 1967’de Yunanistan’da gerçekleşen sağcı bir askeri darbe, tüm muhalefeti ezen ve enosisi ön plana çıkaran kalpsiz diktatörlerin umut kapısı olan Albaylar Rejimini başlattı.
1971’de Yunan General Georgios Grivas, enosisi düşleyen ve Kıbrıslı Türklerin yok edilmesini isteyen bir terör örgütü olan EOKA-B’yi kurmak amacıyla Kıbrıs’a döndü. Kıbrıs Rum silahlı kuvvetlerine yaptığı bir konuşmada, Grivas şu sözleri söyledi: “Yunanistan’dan gelen Yunan kuvvetleri Kıbrıs’a, Kıbrıs Rumlarının iradesini Türklere dayatmak için geldi. Biz enosis istiyoruz ama Türkler buna karşı. İrademizi dayatacağız. Güçlüyüz ve bunu gerçekleştireceğiz.” [2]
15 Temmuz 1974’te Yunan cuntası Kıbrıs’ta bir darbeye sponsor oldu ve bu darbe Başpiskopos Makarios’un yerine Kıbrıs Ulusal Muhafızlarından Yunan terörist Nikos Sampson’un getirilmesine sebep oldu. Sampson sonrasında da övünerek, 26 Şubat 1981’de Eleftherotipia’da yazıldığına göre “Eğer Türkiye müdahale etmeseydi sadece enosisi ilan etmekle kalmayacaktım, Kıbrıs’taki Türkleri de yok edecektim.” dedi.
Türkiye, 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ı fethetmek için değil, Kıbrıslı Türkleri Nikos Sampson’un planladığı soykırımdan korumak için askeri müdahalede bulundu. Bu askeri harekat tamamen yasaldı.
23 Temmuz 1974’te Washington Post, “Limasol yakınlarındaki küçük bir Türk köyüne yapılan Yunan baskınında 200 kişilik bir nüfustan 36 kişi öldürüldü. Yunanlılar, Türk kuvvetleri gelmeden önce Türk köylerinin sakinlerini öldürme emri aldıklarını söylediler.” diye bildirdi.
23 Temmuz 1974’te Times gazetesi “Kaçan sığınmacılar, Rumların cumartesi günü Türk mahallesini bombalamaya başladığını söyledi. 15 yaşında bir Kıbrıs Türk kızı olan Kazan Derviş, amcasının yanında kaldığını söyledi. (Kıbrıslı Rum) Ulusal Muhafızlar Türk bölgesine geldi ve ateş başladı. Amcasının ve diğer akrabalarının esir alındığını gördü ve daha sonra amcasının vurulduğunu duydu.” diye bildirdi.
24 Temmuz 1974’te, “France Soir” şunları ekledi: “Rumlar Türk camilerini yaktılar ve Mağusa çevresindeki köylerde Türk evlerini ateşe verdiler. Silahları olmayan savunmasız Türk köylüleri terör atmosferinde yaşıyorlar ve evlerini boşaltıyorlar; bu insanlık adına utanç verici.”
28 Temmuz 1974’te New York Times, Alaminos’ta 14 Kıbrıslı Türk’ün vurulduğunu bildirdi.
Avrupa Konseyi Danışma Meclisi, 29 Temmuz 1974 tarihinde alınan 573 nolu kararda “Türkiye’nin 1960 Garanti Anlaşması’nın 4. maddesi uyarınca müdahale hakkını kullandığı” sonucuna vardı.
Times’ın ve Guardian’ın 21 Ağustos sayılarına göre, 14 Ağustos 1974’te Tokhni köyünde, kaçmayı başaran 18 kişi hariç, 13 ila 74 yaş arasındaki tüm Kıbrıslı Türk erkekler yakalandı ve vurularak öldürüldü. Aynı gün Zygi’de, 19 ila 38 yaş arasındaki tüm Türk erkekler Rumlar tarafından yakalandılar ve bir daha kendilerinden haber alınamadı. Yine aynı gün, Rumlar, Baf’ın Türk mahallesinde etrafa ateş açarak erkekleri, kadınları ve çocukları ayrım gözetmeksizin öldürdüler.
Alman Die Zeit gazetesi 30 Ağustos 1974 tarihli sayısında, “Baf ve Mağusa’da Türklere yönelik katliam, Türklerin ağustos müdahalesinde ne kadar haklı olduklarının kanıtıdır” diye yazdı.
Kıbrıslı Rumların Türklere uyguladığı vahşetin gerçekliğini itiraf eden son kişi, son mihenk taşı, eski Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Dışişleri Bakanı Erato Kozaku Markulli’dir. Markulli, Muratağa köyündeki Türk okul çocuklarının katledilmesi hakkında sosyal medyada yaptığı paylaşımında şunları söyledi: “Bu fotoğraftaki tüm çocuklar (savaş esiri olarak yakalanan öğretmenleri ve ailesiyle birlikte saklanıp hayatta kalan bir öğrenci olan Şafak Nihat hariç) 14 Ağustos 1974’te EOKA-B canileri tarafından katledildi. Katillerin kimler olduğu açıkça biliniyor olsa da bugüne kadar hiçbiri adalete teslim edilmedi. Bugüne kadar suçluları cezalandırmak için hiçbir şey yapmadığımız için gerek bir devlet gerekse bu devletin vatandaşları olarak bizler birer aşağılığız.”
Türk ordusu mutlak bir soykırımı daha başında önlediği için Nobel Barış Ödülü almalıydı. Bunun yerine, Orwellvari realpolitik [3] dünyasında, ABD Türkiye’ye silah ambargosu uyguladı. Yunan ve Kıbrıs Rum teröristleri ve katiller tüm Kıbrıs’ın meşru temsilcisi niteliğinde uluslararası alanda tanınma hakkı ile ödüllendirildi. Kıbrıs Türk soykırımına ve tam kapasite ile çalışan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) varlığına rağmen Avrupa Birliği’ne (AB) kabul edildi.
Peki biz bu tarih dersinden ne öğrendik?
Tarih, zenginler ve güç sahipleri tarafından, güç ve servetlerini haklı çıkarmak için sonsuz yalanlar ve aldatmacalarla yazılır.
Çok nadir istisnalar dışında, herkes kendini zenginleştirmek veya yüceltmek için gizli amaçlarla konuşur veya bu gizli amaçlarına inanır, ona göre davranır. Buna Netflix ve Yunan milyarderleri de dahildir.
Bir mahkemede kabul edilebilir kanıtlarla desteklenmeyen her şeye şüpheyle yaklaşın.Bu tür görüşlerin içi boş ve değersizdir.
İnsanlar kendilerini rahatsız eden gerçeklerdense, onları iyi hissettiren yalanlara inanmayı tercih ederler.
[1] Enosis, sözcük anlamı ile “birleşme”, Yunan ırkçılarının tüm Kıbrıs’ı ele geçirip tamamen Yunanistan’a bağlamayı öngören anayasa karşıtı terör planıdır.
[2] Mayıs 1987 “Yeni Kıbrıs”
[3] Güçlülerin ve zenginlerin istediğini hukuksuzca yapabildikleri siyaset ortamı.
Bruce Fein
Turkish Anti-Defamation Alliance (TADA) Hukuk Danışmanı