Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Karabağ sorunu, uzun süre bölgede barışın sağlanmasını engellemiştir. Bu durum, yaklaşık bir milyon Azerbaycanlının yerinden edilmesine ve ciddi insani krizlere yol açmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 822, 853, 874 ve 884 sayılı kararları, Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından derhal ve koşulsuz olarak çekilmesini talep etmesine rağmen, bu kararlar uzun süre uygulanmamıştır. 2020 yılında başlayan ve II. Karabağ Savaşı olarak anılan askeri operasyonla Azerbaycan BM Güvenlik Konseyi kararını uygulamış ve topraklarını işgalden kurtarmıştır.
Karabağ bölgesinde yapılan araştırmalar sonucunda işgal döneminde ciddi çevre tahribatlarının olduğu anlaşılmıştır. Ermenistan güçleri işgal altında tuttuğu Karabağ bölgesinde, ormanları bilinçli tahrip etmiş, doğal kaynakları kontrolsüz ve sürdürülemez bir şekilde kullanmıştır. Özellikle ormanların yakılması, endemik bitki türlerinin yok edilmesi ve hayvan popülasyonlarının azalması gibi çevresel sorunlar, ekosistemin dengesini bozmuş ve biyolojik çeşitliliği tehdit altında bırakmıştır. Ayrıca, su kaynaklarının kirletilmesi ve tarım arazilerinin mayınlanması, bölge halkının geçim kaynaklarını olumsuz etkilemiştir.
Günümüzde, çevrenin korunmasının uluslararası önemi artarken, ekokırım suçu da uluslararası hukuk tartışmalarının konusu haline gelmiştir. Ekokırımın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı kapsamına eklenmesi yönündeki girişimler, çevreye karşı işlenen büyük ölçekli suçların cezalandırılması açısından kritik bir adım olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda, Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı işlemiş olduğu çevre suçlarının uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirilmesi ve sorumluların adalet önüne çıkarılması büyük önem arz etmektedir. Uluslararası toplumun bu tür eylemlere karşı mücadele etmesi, çevrenin korunması için hukuki düzenlemeler geliştirmesi ileride benzer çevre tahribatlarının önlenmesi açısından kritik bir rol oynayacaktır. Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı politikaları sonucunda Karabağ bölgesinde yapılan çevre tahribatlarının ekokırım çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Ekokırım kavramı ilk kez 1970 senesinde Arthur Galston tarafından kullanılmıştır. 1 Ekokırım kasten veya ihmalen büyük ölçekli ve uzun vadeli ciddi çevresel zarar vermek olarak tanımlanabilir. Bu kavram uluslararası hukuk ve ceza hukuku normlarının özellikle çevre tahribatı sebebi ile ihlal edildiği durumlarda tartışılmaktadır.
Ekokırımın uluslararası hukukta tanınması ve cezai yaptırımlara tabi tutulması yönündeki çabalar, son yıllarda artmıştır. Ekokırımın Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Roma Statüsü’ne beşinci bir suç olarak eklenmesi gezegenimiz için ihtiyaç haline gelmiştir. 2021 yılında, bazı devletler ve sivil toplum kuruluşları, ekokırımın UCM tarafından tanınması için resmi girişimlerde bulunmuştur. 2
İşgal döneminde Azerbaycan topraklarında, bilinçli ve kasıtlı şekilde çevre tahribatları uluslararası çevre bilimcileri ve hukukçuları tarafından incelenmeli ve uluslararası toplumun ilgisinin merkezinde olmalıdır. Azerbaycan Cumhuriyeti Ekoloji ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı’nın (EDKB) tarafından “AzerCosmos” Şirketi’nin sunduğu uydu fotoğraflarına dayanarak yaptığı araştırmalar sonucunda işgal sürecince Karabağ ve Doğu Zengezur ekonomik bölgelerine dahil olan 11 ilde (Hocalı, Füzuli, Hocavend, Cebrayıl, Zengilan, Kubadlı, Ağdam, Ağdere, Şuşa, Laçın ve Kelbecer), toplam 260.311 hektar orman fonunun yoğun ormanla kaplı 54.327 hektarı tahrip edildiği anlaşılmıştır. 3 Hetq.am sitesinin 2018 senesinde yayımlandığı rapora göre 4 Karabağ ve Ermenistan’daki ormanlık alan ve ağaç kesimi oranları, orman kaynaklarının hızla tahrip edildiğini ve bu durumun acil müdahale gerektirdiğini göstermektedir. Karabağ bölgesinde 457.160 hektarlık orman alanı, Ermenistan’dakinden daha büyük olmasına rağmen, 2012-2016 seneleri arasında burada kesilen odun miktarı 398.700 m³ ile Ermenistan’dakinin 2,3 katına ulaşmıştır. Bu yoğun kesim, bölgedeki ormanların geri dönülmez şekilde zarar görmesine neden olabileceği gibi, ekosistemi ve yerel halkın yaşamını tehdit eden ciddi bir çevre krizi yaratmaktadır. Bu veriler orman tahribinin ekonomik menfaat için bilinçli ve kasıtlı şekilde yapıldığını gözler önüne sermektedir. Ayrıca işgalden kurtarılan bölgelerde, orman fonuna ait olmayan yeşil alanlara yönelik incelemeler ve değerlendirmeler yapılmıştır. Bu incelemeler sonucunda, gelişimi durdurulmuş, zarar görmüş veya yok edilmiş her bir ağaç ve çalı için doğaya verilen zarar hesaplanmıştır. Farklı çap ve türlerde toplam 841.820 adet ağaç ve çalının yok edildiği belirlenmiştir.
Ermenistan’ın Cenevre Sözleşmesi Ek 1 No’lu Protokole taraf olduğunu dikkate alırsak orman tahribatlarının bu çerçevede değerlendirilmesi faydalı olacaktır. Öncelikle protokolün 35’inci maddesinin 3’üncü fıkrasına göre “Silahlı çatışmalarda, doğal çevreye geniş kapsamlı, uzun süreli ve ciddi zararlar verecek yöntem veya araçların kullanılması yasaktır.” Yine aynı protokolün 55’inci maddesine göre, “Silahlı çatışmalar sırasında doğal çevre korunacaktır. Doğal çevreye geniş kapsamlı, uzun süreli ve ciddi zarar verebilecek saldırılar yasaktır. Doğal çevreyi tahrip etmek amacıyla misilleme yapılması yasaktır.”
Karabağ bölgesindeki ormansızlaşmanın boyutu incelendiğinde, doğal çevreye “geniş kapsamlı, uzun süreli ve ciddi zararlar” verildiği kabul edilebilir. Ayrıca bu tahribatlar Cenevre Sözleşmesi Ek 1 No’lu Protokolün 35(3) ve 55. maddelerinin ihlalinin açık örneğidir. Çevre bilimcilerine göre, orman ekosisteminin yeniden oluşması on yıllar alabilir, tahrip edilen bitki türlerinin endemik olma durumunda ise yeniden oluşması imkânsız olabilir. Dolayısıyla meydana gelen tahribatın uzun süreli zarar niteliği taşıdığı açıktır. Ayrıca, biyolojik çeşitlilik kaybı, erozyon riskinin artması ve iklim değişikliğine olumsuz katkı gibi ciddi çevresel etkiler de söz konusudur. Ayrıca bu tür tahribat ekokırım niteliğinde olacağından Ermenistan’ın uluslararası hukuktan doğan cezai yükümlülüğü de söz konusu olacaktır. 5
Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin “Doğa Anıtlarının Korunması Hakkında” 16 Mart 1982 tarihli ve 167 sayılı Kararı’na dayanarak, işgal altındaki bölgelerde bulunan 152 adet eski ağaca doğa anıtı statüsü verilmiştir. Ancak, işgal döneminde bu ağaçlardan 138 adedinin bilinçli olarak yok edildiği (kesildiği, yakıldığı veya kökünden sökülerek izlerinin yok edildiği) kaydedilmiştir. Söz konusu karara göre, ayrıca Zengilan bölgesinde doğa anıtı statüsüne sahip “Aras Paludu” olarak bilinen 10.000 hektarlık değerli meşe ormanı koruma altına alınmıştı. Ancak, işgal sonrası yapılan incelemeler sonucunda bu bölgede 287,5 hektarlık kısmın tahrip edildiği ve ortalama olarak hektar başına 1222 adet ağacın yok edildiği belirlenmiştir. Bu da toplamda 351.325 adet özel değere sahip “Aras Paludu” ağacının bilinçli olarak yok edildiğini göstermektedir. Ayrıca Basitçay ve Karagöl Devlet Doğa Koruma Alanları ile Daşaltı, Laçin, Kubatlı ve Arazboyu Devlet Doğa Rezervlerine dahil olan arazilerde 6.835 hektarlık yoğun orman örtüsünün yok edildiği tespit edilmiştir.
Ermenistan, 1992 tarihli Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne (CBD) taraf olması nedeniyle, bu sözleşme kapsamında belirlenen yükümlülükleri yerine getirme sorumluluğunu taşımaktadır. CBD’nin 8’inci maddesi uyarınca, taraf devletler koruma alanları oluşturmalı ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını sağlamalıdır. Sözleşme iki tür koruma mekanizması öngörmektedir: in-situ ve ex-situ. In-situ koruma mekanizmasına göre devletlerin özel koruma statüsünde doğa alanlarında biyolojik çeşitliliğin öğelerini, doğa koruma alanlarını, rezervlerini ve diğer bölgeleri korumakla yükümlüdür. Buna karşılık, Ermenistan ekosistemin geri dönülmez biçimde zarar görmesine ve biyolojik çeşitliliğin kaybına yol açmış, aynı zamanda doğal ve kültürel mirasın da kaybolmasına neden olmuştur. Bu tür tahribatlar, yalnızca çevreyi değil, gelecek nesillerin doğayla kurduğu bağı da tehdit altına almıştır. Ayrıca Ermenistan CBD’nin taraf devletlerin biyolojik kaynakların sürdürülebilir kullanımını teşvik eden politikalar geliştirmesini ve uygulamasını öngören 10’uncu maddesini, çevresel etkileri olabilecek faaliyetler için uygun çevresel etki değerlendirmesi yapılmasını ve olumsuz etkileri en aza indirilmesini öngören 14’üncü maddesini de ihlal etmiştir.
CBD’nin tarafı olan Ermenistan işgal sürecinde sadece kültürel mirasları ve yerleşim yerlerini tahrip etmekle kalmamış, aynı zamanda doğa anıtı niteliğindeki biyolojik çeşitliliğe de doğrudan, kasıtlı ve geri döndürülmesi zor zararlar vermiştir. Bu eylemler, biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı açısından Ermenistan’ın üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmediğini göstermektedir. Hukuki açıdan bakıldığında, Ermenistan öncelikle taraf olduğu CBD Sözleşmesinin 8, 10 ve 14’üncü maddelerinde belirtilen biyoçeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanım yükümlülüklerini ihlal etmiştir. Özellikle, koruma altındaki türlerin ve alanların tahrip edilmesi, biyolojik kaynakların sürdürülebilir kullanımına aykırı politikaların uygulanması ve çevresel etki değerlendirmelerinin yapılmaması Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı yıllarca uyguladığı işgal politikasının sonucu olarak değerlendirilmelidir. Uluslararası hukuk çerçevesinde, bir devletin uluslararası bir sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ihlal etmesi durumunda, diğer devletlere karşı sorumluluğu doğar. Bu bağlamda, Azerbaycan, uğradığı zararlar için Ermenistan’dan tazminat talep edebilir ve ihlalin giderilmesini isteyebilir. Ayrıca Azerbaycan Ermenistan’ın sözleşme maddelerini ihlal ettiğini, çevre felaketinin sonuçlarını BM Çevre Programı ve Çevre Konferansları aracılığıyla uluslararası toplumla paylaşmalıdır. Tüm bu çevre adaletsizliklerine rağmen, 2026 senesinde 17. Birleşmiş Milletler Doğa Koruma Konferansı’na Ermenistan ev sahipliği yapacak. Ermenistan’ın uluslararası öneme sahip konferansa layıkıyla ev sahipliği yapabilmesi için öncelikle 30 yılı aşkın süredir sürdürdüğü kasıtlı ekokırım politikasının sebep olduğu çevre felaketinin tazminatını derhal Azerbaycan’a ödemelidir.
1991 yılına kadar, işgalden kurtarılan bölgelerde keşfedilmiş, rezervleri hesaplanmış ve devlet envanterine kaydedilmiş toplam 167 mineral ham madde yatağı bulunmaktaydı. Bu yataklardan 126’sı metal içermeyen yapı ve inşaat malzemeleri, 26’sı yeraltı içme, mineral ve termal sular, 15’i ise metal içeren maden yataklarıydı.
İşgal sürecinde, toplamda 52 mineral ham madde yatağı – 4 metal içerikli ve 48 metal içermeyen yatak – işletilmiştir. Ayrıca, tüm yeraltı su kaynakları kullanılarak yasadışı madencilik faaliyetleri yürütülmüştür.
Azerbaycan topraklarında işgal sürecinde gerçekleşen izinsiz madencilik faaliyetleri, uluslararası hukuk normları ve ilgili sözleşmeler çerçevesinde ciddi ihlaller olarak değerlendirilmelidir; bu durum, bir devletin başka bir devletin egemenlik haklarını ve doğal kaynaklar üzerindeki daimi egemenlik ilkesini ihlal ettiğini gösterir; özellikle, Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) Demokratik Kongo Cumhuriyeti v. Uganda (2005) 6 kararında, Uganda’nın Kongo topraklarında doğal kaynakları izinsiz olarak işletmesinin Kongo’nun egemenlik haklarının ihlali olduğu ve bu nedenle tazminat yükümlülüğü doğurduğu belirtilmiştir; bu emsal karar, Azerbaycan’ın topraklarındaki izinsiz madencilik faaliyetlerinin de benzer şekilde uluslararası hukuka aykırı olduğunu ortaya koymaktadır; ayrıca, Cenevre Sözleşmesi kapsamında, işgal altındaki topraklarda doğal kaynakların yağmalanması veya izinsiz kullanımının yasak olduğu, Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 33. maddesinde “yağma kesinlikle yasaktır” ifadesiyle açıkça belirtilmiştir. Bu bağlamda, Ermenistan’ın işgal sürecinde Azerbaycan topraklarındaki maden yataklarını izinsiz işletmesi, çevreye zarar verecek şekilde su kaynaklarının kullanılması uluslararası insancıl hukuk normlarının ihlalidir; insan hakları ve çevre hukuku boyutunda, izinsiz madencilik faaliyetleri, yerel halkın ekonomik çıkarlarına ve çevresel haklarına zarar vermektedir. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 1. maddesinde yer alan “…ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini özgürce sağlarlar.” hükmü de ihlal edilerek Azerbaycan halkının doğal kaynakları izinsiz kullanılmış, Azerbaycan halkı ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimini özgürce sağlayamamıştır. Çevresel tahribatın önlenmesi ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için devletlerin çevreyi koruma yükümlülüklerini öngören Rio Deklarasyonu (1992) ve bu bağlamda yapılan hukuki düzenlemeler de ihlal edilmiştir. Tüm bu ihlaller sebebiyle Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarında yukarıda belirtilen eylemleri sebebi ile sorumluluğu doğmaktadır.
Yukarıda belirtilen çevre tahripleri uluslararası düzeyde araştırılmalıdır. Bu değerlendirme, sadece iki ülke arasındaki ilişkiler için değil, aynı zamanda uluslararası hukukta çevrenin korunması ve ekokırım kavramının yaygınlaşması için de önemli bir örnek teşkil etmektedir. Çevre suçlarının uluslararası platformlarda ele alınması ve gerekli hukuki düzenlemelerin yapılması, global seviyede çevre koruma çabalarını güçlendirecektir. Azerbaycan’ın çevre korumacılığı alanındaki kararlı adımları ve uluslararası iş birliği çabaları hem bölgesel hem de global seviyede önem arz etmektedir. Ülkenin 2024 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansına (COP 29) ev sahipliği yapacak olması, sürdürülebilir kalkınma ve iklim değişikliğiyle mücadele konularında liderlik rolü üstlendiğinin bir göstergesidir. Azerbaycan, doğal kaynakların korunması, biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilir kullanımı ve çevresel tahribatların önlenmesi için ulusal ve uluslararası düzeyde kapsamlı politikalar geliştirmektedir.
Ermenistan’ın işgali sürecinde Azerbaycan topraklarında yapılmış çevresel tahribatlar ve doğal kaynakların izinsiz kullanımı, Azerbaycan’ın ciddi mağduriyeti ile sonuçlanmıştır. Ermenistan’ın 17. Birleşmiş Milletler Doğa Koruma Konferansı’na Ermenistan ev sahipliği yapacak olması çevresel sorunların çözümü ve biyolojik çeşitliliğin korunması konusunda yeni bir diyalog ve işbirliği fırsatı sunmaktadır. Ermenistan uluslararası yükümlülüklerine uygun hareket etmeli, bölgeyi çevresel risklerden korumalı ve çevresel korumacılık alanında net adımlar atmalıdır. Azerbaycan’ın mağduriyeti uluslararası hukuktan doğan düzenlemelerin etkin kullanımı ve devletlerin egemenlik ilkesine saygının önemini gündeme getirmektedir. Umuyoruz ki, Ermenistan barış vaadine sadık kalacak, bölgenin çevre dengesinin sağlanmasına ve gelecek nesiller için daha yaşanılabilir çevrenin kurulması için çaba sarf edecektir. Bu amaçlara ulaşmak için Azerbaycan’ın çevre korumacılığı alanındaki liderliği ve uluslararası platformlarda yüklendiği sorumluluklar önem arz etmektedir.
- Zierler, David, “The Invention of Ecocide: Agent Orange, Vietnam, and the Scientists Who Changed the Way We Think About the Environment”, University of Georgia Press, 2011
- https://www.stopecocide.earth/stop-ecocide-at-the-icc-2021
- https://story.karabakh.center/az/qarabagda-ekosid
- https://hetq.am/hy/article/97849
- Falk, Richard A. “Environmental Warfare and Ecocide: Facts, Appraisal, and Proposals.” Bulletin of Peace Proposals, cilt 14, sayı 4, 1983, ss. 80-96
- https://www.icj-cij.org/sites/default/files/case-related/116/116-20220209-SUM-01-00-EN.pdf
Av. Zeynalabdin Taghiyev LL.M.
İstanbul Barosuna kayıtlı avukat, Çevre Hukuçusu, Altınbaş Üniversitesi Kamu Hukuku Doktora Programı Öğrencisi