Bugün AB savunmasının karşı karşıya olduğu temel zorluk, bir “Avrupa bombası”nın eksikliği değil, kaynakların ortak kullanımı, paylaşımı ve uzmanlaşma konularında koordinasyon eksikliğidir. Antwerp Üniversitesi’nde Uluslararası Politika Profesörü Tom Sauer, Avrupa’nın nükleer olarak silahlanma potansiyelini ve bunun faydaları ile zararlarını kaleme aldı.
Avrupa’da savaş devam ederken, Trump yönetiminin son dönemdeki izolasyonist açıklamaları, Fransız (ve muhtemelen İngiliz) nükleer silahlarının tüm Avrupa’ya entegre edilmesi tartışmalarını yeniden alevlendirdi. NATO’nun 75. yılında ABD’nin Avrupa’yı terk etme olasılığı, Avrupa dış politika çevrelerinde giderek daha fazla endişe kaynağı haline geliyor. Geçmişte Fransa’nın “dissuasion concertée” (ortak caydırıcılık) fikri özellikle Almanya’da fazla yankı bulmamıştı. Ancak bu kez, NATO’nun hala varlığını sürdürmesine ve ABD’nin Avrupa’da 100.000 asker ile 100 taktik nükleer silaha sahip olmasına rağmen, Alman lider Friedrich Merz bu fikre sıcak bakıyor gibi görünüyor. Bu silahlar Türkiye, Almanya, İtalya, Hollanda ve Belçika’da konuşlandırılmış durumda. ABD, askerlerini veya taktik nükleer silahlarını çekerse, Fransız (ve muhtemelen İngiliz) nükleer silahlarının tüm Avrupa’ya entegre edilmesi daha olası hale gelebilir.
Bu süreçte farklı senaryolar öngörülebilir. İlk adım olarak, Avrupa’daki nükleer devletlerin ulusal çıkarlarının, “Avrupa çıkarları” ile örtüştüğünü beyan etmeleri gerekiyor. Bu ilke, halihazırda Lizbon Antlaşması’nda yer alıyor ve NATO’nun Kuzey Atlantik Anlaşması’nın 5. maddesine benzer bir ortak savunma maddesi içeriyor. Bu açıklamaların inandırıcılığını artırmak için bilgi paylaşımı, istişare mekanizmaları, ortak planlama ve finansman gibi adımlar düşünülebilir. Bir diğer adım ise Fransa’nın nükleer silah taşıma kapasitesine sahip savaş uçaklarını Almanya veya Polonya’ya konuşlandırması olabilir. Son aşamada, Avrupa Savunma Birliği (EDU) kapsamında ortak bir AB nükleer caydırıcılık kapasitesi geliştirilmesi gündeme gelebilir. Ancak Ukrayna savaşının bu süreci nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz.
Nükleer silahların tüm Avrupa’ya entegre edilmesinin maliyetleri
Öncelikle söylenmesi gereken şey nükleer caydırıcılığın gerçekten işe yarayıp yaramadığının belirsizliği. Nükleer silahları savunanlar bunun etkili olduğunu iddia eder, ancak tarihte İsrail, Hindistan ve Birleşik Krallık gibi nükleer silah sahibi ülkeler, nükleer silahı olmayan devletler tarafından saldırıya uğradılar. Teoride nükleer caydırıcılığı sağlamak son derece zor, zira bunun işe yaraması için düşmanınızın da rasyonel olması gerekir. Ayrıca, silah sahibi devletin gerçekten bu silahları kullanmaya hazır olması gerekir. Ancak, geniş çapta kullanıldığında nükleer silahlar gezegeni yok edebilir. Ukrayna savaşında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Rusya’nın Ukrayna’da taktiksel bir nükleer silah kullanması durumunda Fransa’nın nükleer bir misillemede bulunmayacağını açıkça belirtmişti.
İkinci olarak, yapay zeka gibi gelişen ve yıkıcı teknolojiler ile hipersonik füzeler gibi yeni silah sistemleri, sözde nükleer istikrarı daha da zayıflatacaktır. İdeal olarak, hipersonik füzelerin kullanıldığı konvansiyonel caydırıcılık, nükleer caydırıcılığın yerini alabilir ve almalıdır, ancak bunun gerçekleşmesi için tüm nükleer güçlerin uzlaşması gerekiyor.
Üçüncü olarak, genişletilmiş nükleer caydırıcılık, yani “nükleer koruma şemsiyesi”, gerçekçiliği tartışmalı bir konsepttir. 1970’lerden itibaren Henry Kissinger, ABD’nin Avrupa’yı savunmak için nükleer silah kullanacağına dair varsayımda bulunmamak konusunda uyarmıştı. Bu noktada Fransa, ABD’nin nükleer şemsiyesi altına girmeyi reddederek 1950’lerde kendi nükleer cephaneliğini oluşturduğunu not etmek gerekir. Şimdi Fransa, nükleer caydırıcılığını Avrupa’daki müttefiklerine genişletmeyi öneriyor.
Dördüncü olarak, bir Avrupa Savunma Birliği (EDU) kurulmadığı sürece, nükleer silahları kimin kontrol edeceği sorusu cevaplanamayacak. Macron bu konuda çok net: nükleer düğmesine basacak kişinin kendisi olmasını istiyor. Bu noktada, Alman vergi mükelleflerinin savaş zamanında kontrol edemeyecekleri bir stratejik silah sistemine ortak finansman sağlamaya ne kadar istekli olacakları hususu da önem arz ediyor.
Beşinci olarak, Fransız nükleer silahlarının Avrupa güvenlik mimarisine entegrasyonu, AB’nin nükleer caydırıcılık doktrinini fiilen kabul ettiği anlamına gelir. Bu da nükleer silahların yayılmasını engelleme mücadelesini zorlaştırır. Örneğin Avrupa Birliği’nin kendisi bir nükleer cephanelik oluştururken, İran’a nükleer silah üretmemesi çağrısında bulunmasının ne kadar sürdürülebilir olduğu da ayrı bir tartışma. Ayrıca, Almanya ve Polonya’nın kendi nükleer kapasitesini geliştirmesi durumunda, Avrupa’nın nükleerleşmesi, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT) ile ne derece uyumlu? Ayrıca, bu plan 2017’de yaklaşık 100 ülke tarafından imzalanan Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması’nın hem ruhuna hem de metnine aykırı.
Son olarak, AB liderlerinin Avrupa savunmasını inşa etmekten çok, Rusya ile diplomasiye odaklanması daha iyi bir seçenek gibi görünüyor. Ukrayna savaşının sona ermesi yalnızca insani nedenlerle değil, aynı zamanda ekonomik gerekçelerle de hayati önem taşıyor. İdeal bir barış anlaşması, Avrupa’nın ortak güvenlik mimarisini yeniden şekillendirmek yoluyla hem Rusya’yı hem de Ukrayna’yı içermeli. Bu, ya dönüştürülmüş bir NATO çerçevesinde ya da daha güçlü bir Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) kapsamında gerçekleştirilebilir. Böyle bir anlaşmaya varılırsa, Avrupa’nın savunmasını 25’ten fazla küçük ölçekli askeri güce bölmeye devam etmenin pek de mantıklı bir açıklaması kalmayacaktır. Günümüzde Avrupa’daki NATO üyesi devletler zaten yıllık 480 milyar dolar savunma harcaması yapıyor ki bu, Rusya’nın savunma harcamasından (120 milyar dolar) çok daha fazladır. Bugün AB savunmasının karşı karşıya olduğu temel zorluk, bir “Avrupa bombası”nın eksikliği değil, kaynakların ortak kullanımı, paylaşımı ve uzmanlaşma konularında koordinasyon eksikliğidir. Kitle imha silahlarına yatırım yapmak yerine, AB savunmasını daha verimli hale getirmek ve Rusya’yı daha geniş bir ortak güvenlik organizasyonuna entegre etmek öncelik olmalı.
Prof. Dr. Tom Sauer
Antwerp Üniversitesi Öğretim Üyesi