ABD’nin Libya’daki önceliklerini; enerji güvenliği, Rusya’nın bölgede artan etkisinin dengelenmesi ve askeri varlığını sürdürebilmesi etrafında şekillendirdiği söylenebilir. Bağımsız Araştırmacı Fuat Emir Şefkatli, ABD’nin son dönemde Libya’da artan meşruiyet arayışını kaleme aldı.
Son dönemde, uluslararası aktörlerin siyasi, askeri ve ekonomik krizlere tanıklık eden Libya’ya yönelik ilgileri artıyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gerek bölge siyasetindeki özgül ağırlığı gerekse 2011’den günümüze Libya’ya yönelik yürüttüğü siyasi ve güvenlik temelli stratejileriyle ön plana çıkıyor. Bu doğrultuda, ABD’nin Libya’daki önceliklerini; enerji güvenliği, Rusya’nın bölgede artan etkisinin dengelenmesi ve askeri varlığını sürdürebilmesi etrafında şekillendirdiği söylenebilir.
Bu üç maddeyle bağlantılı olarak ABD, Libya’daki petrol ve doğal gaz akışının küresel enerji piyasalarına olan etkisini kontrol altında tutmayı, özellikle NATO’nun güney kanadında Rusya’nın nüfuz kazanma çabalarını engellemeyi ve Libya’nın stratejik konumunu Afrika Kuvvetlerinin (AFRICOM) askeri operasyonları için kullanmayı hedefliyor.
Kırılma noktaları
2012’de Bingazi’deki ABD Konsolosluğu saldırısı ve Büyükelçi Christopher Stevens’ın öldürülmesi, ABD ve Libya arasındaki ilişkiler için önemli bir dönüm noktasını teşkil ediyor. Bu tarihten sonra ABD, Libya’da ”sınırlı müdahale” ve ”uzaktan dengeleme” stratejilerini gündemine aldı. Washington bu çerçevede, Libya’yı terörle mücadele sahası olarak ele alarak radikal grupların etkisini kırmaya yönelik adımlar attı. Bunun yanında, 2016’dan itibaren Birleşmiş Milletler Libya Misyonu (UNSMIL) aracılığıyla diplomatik süreçlere katılan ABD, 2021’de Libya’da yapılması planlanan seçimlerin iptal edilmesiyle ülkeye yönelik siyasetini güvenlik eksenli bir yaklaşımla sürdürmeye devam etti.
Takip eden süreçte ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Başkanı William Burns ve AFRICOM Komutanı General Michael Langley gibi üst düzey yetkililerin Libya’ya gerçekleştirdiği ziyaretlerde ordunun birleştirilmesi, Wagner’in bölgeden çıkarılması ve petrol tesislerinin güvenliğinin sağlanması gibi kritik konuların gündeme taşındığı söylenebilir. Kısacası ABD, Libya’daki son 15 yıllık politikalarını genel ekseriyette bölgedeki jeopolitik dengelere göre şekillendirirken enerji akışını da güvence altına almaya çalıştı.
ABD ve Libya arasındaki ilişkilerde bir diğer dönüm noktası ise Wagner’in Rusya’da tasfiye sürecine girmesiydi. Bu süreçten sonra Rusya, Libya başta olmak üzere tüm Afrika’daki askeri varlığını daha kurumsal bir çizgiye çekti ve kalan alanları büyük ölçüde Savunma Bakanlığına bıraktı. Bu noktada, mayıs ayında kurulan ve Wagner’in devamı niteliğindeki Rusya’nın Afrika Lejyonu (African Corps) ABD’nin karşı dengeleme hamlelerine zemin hazırladı.
Aynı tarihlerde ABD’li şirket Amentum, Libya’nın batısında bazı silahlı grup liderlerini bir araya getirerek Rusya’nın Afrika Lejyonu modeline benzer bir yapı kurulmasını tartıştı. Bir taraftan ülkenin doğusundaki en önemli silahlı ve siyasi güç olan Hafter ailesiyle diplomatik ilişkilerini koruyan Washington yönetimi, diğer taraftan batılı şehirlere müzahir milis grupların başını çektiği Libya-Avrupa Lejyonunu hayata geçirdi.
ABD, bu faaliyetlerine ek olarak yakın geçmişte yine bir başka şirketi olan Chemonics aracılığıyla Libya’daki milis grupları silahsızlandırma girişiminde bulundu. Özellikle Fransa ve Libya iç basınına yansıyan haberlerde, Chemonics’in Libya’daki farklı silahlı grupları belli bir mekanizma ve takvim dahilinde silahsızlandırma, terhis ve yeniden entegrasyon (STyE) programlarına dahil edeceği ileri sürülmüştü.
ABD’nin son zamanlarda artan meşruiyet arayışı
Gelinen noktada, ABD’nin Libya’ya komşu Sahel bölgesinde azalan itibarı Nijer’deki darbeyle askeri varlığını sonlandırmasına yol açarken, günümüzde Batı Afrika’da yeni üs arayışlarını hızlandırdı. Nijer’deki gelişmeler, ABD’nin ve Fransa gibi geleneksel müttefiklerin bölgedeki etkinliğinin giderek sorgulanmasına neden oldu. Bu açıdan, Libya’nın ABD için yalnızca bir enerji ve güvenlik meselesi olmaktan çıktığı, Afrika kıtasındaki nüfuzunu yeniden tesis edebileceği stratejik bir alana dönüştüğü ifade edilebilir.
Kalıcı bir askeri varlık ve etkin diplomatik ilişkiler kurarak Afrika’daki nüfuzunu yeniden inşa etmeyi hedefleyen ABD için Libya’nın bir başka önemi de ülkenin Avrupa’ya göç yolları ve enerji arzı açısından merkezi bir konuma sahip olmasıdır. Libya üzerinden Akdeniz’e ulaşan enerji ve göç yolları, Avrupa’nın güvenliği ve istikrarı için de kritik bir önem taşıyor. Bu açıdan, Rusya ya da bir başka rakip aktörün Kuzey Afrika ülkesindeki söz sahipliğini ve etki alanını artırması ABD için tercih edilebilir senaryolardan değil.
Öte yandan Türkiye, Libya’da gerek siyasi gerekse askeri alanda önemli aktörlerden birisi. Ülkedeki geçiş sürecinin tamamlanması yönünde ABD ile ortak paydada buluşan Türkiye için Libya’nın yeniden kalıcı istikrarını kazanması, öncelikli hedefler arasında gösterilebilir. Ayrıca Türkiye’nin ülkenin batısındaki askeri varlığını 2019’un aralık ayından itibaren taraflar arasında gerilimlerin topyekun çatışmalara dönmesini önleyen bir caydırıcı unsur olarak görmek mümkün. Dolayısıyla Türkiye nezdinde, ABD’nin Libya’da daha dengeli ve geçiş sürecine fayda sağlayacak hamlelerinin olumlu karşılanacağı ifade edilebilir.
Özetle, Libya’da devam eden siyasi belirsizlik ve birbirine rakip fraksiyonlar arası süre gelen askeri rekabetin geniş çaplı çatışmalarla sonuçlanma ihtimali, ABD açısından Libya’daki kırılgan güvenlik dinamiklerine yönelik yumuşak ve sert güç müdahalelerini gerekli hale getiriyor. Öyle ki Libya’nın göç ve enerji alanlarında Avrupa güvenlik mimarisiyle ilişkilendirilmesi ve ABD’nin Afrika’daki siyasi ve askeri esnekliğini kaybetmesi bu noktada önemli sinyaller oldu.
Bağımsız Araştırmacı Fuat Emir Şefkatli