Ukrayna’nın daha fazla silah ve mühimmat talebi, NATO üyesi ülkelerin stoklarını tüketti ve İttifak’ın savunma sanayinin yeterli miktarda silah üretemeyeceği yönündeki korkuları alevlendirdi. DİPAM Başkanı Dr. Tolga SAKMAN, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın NATO’ya yönelik son açıklamaları ve Ukrayna-Rusya savaşının Avrupa ülkeleri üzerindeki etkileri ekseninde son yıllarda Avrupa ülkelerinde görülen silahlanma eğilimini kaleme aldı.
Dünyanın birçok yerinde gittikçe artan çatışma ihtimalleri ve mevcut gerilimlerin tehdit kapasitelerinin artması ile küresel olarak savunmaya verilen önem yeni bir seviyeye çıktı. Rekabetin kızışması nedeniyle herkes Doğu Asya’daki güvenlik açıklarına odaklanmaya hazırlanırken 2022 Şubat’ında başlayan Ukrayna-Rusya krizi ile Avrupa büyük bir savaşı yanı başında buldu. Bu durum güvenliğini garantileyen ve böylece refaha odaklanan Avrupa için önemli bir aks değişikliğine neden oldu. Güvenlik kaygıları nedeniyle yeniden artan askerileşme Avrupa’ya geri döndü ve dünya genelinde askeri harcamalar hızla artarken, Avrupa bu eğilimin ana bölgesi haline geldi. Avrupa’nın savunması dendiğinde kıtanın öncelikli koruma şemsiyesi olan NATO, 75 yılın sonunda bölgedeki tüm savunma inisiyatiflerine temas etti. İttifak verilerine göre Avrupa’daki tüm NATO üyelerinin 2014’ten bu yana savunmaya yüzde 32 daha fazla harcama yaptığı biliniyor. Bu yıl ise NATO’nun 31 üyesinden 18’inin belirlenen hedef doğrultusunda gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 2’sini savunmaya harcaması bekleniyor ki bu beklenti 2024’te İttifak genelinde rekor miktarda para harcanması anlamına geliyor. Bu, 30 yılı aşkın süredir görülen en güçlü artış ve sabit dolar cinsinden Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989’daki harcama düzeyine geri dönüş anlamı taşıyor. Artan harcamalara rağmen Avrupa’nın savunma sanayi, Rusya ile savaşan Ukrayna’dan gelen talebi karşılayamıyor. Ukrayna’nın daha fazla silah ve mühimmat talebi, NATO üyesi ülkelerin stoklarını tüketti ve İttifak’ın savunma sanayinin yeterli miktarda silah üretemeyeceği yönündeki korkuları alevlendirdi. Nihayetinde, Avrupa ülkelerinin savunma alanında yeterince yatırım yapmamış olması da kritik yetenek eksikliği, savaş zamanı stoklarının düşüklüğü ve hazırlık seviyesindeki zayıflıkta kendini gösteriyor. Bu ise Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Avrupa’nın güvenliğini satın almasından kaynaklanıyor.
Avrupa’da stratejik özerklik adımları
ABD’nin Avrupalı müttefiklerini uzun süredir savunma bütçelerini artırmaları konusunda ikna etmeye çalıştığını ancak sınırlı başarı sağladığını biliyoruz. Eski ABD Başkanları Barack Obama ve Donald Trump, çok az konuda hemfikir olmalarına karşın ikisi de NATO müttefiklerini ABD’nin askeri gücünden “bedava faydalandıkları” için eleştirmişti. Obama, birçok kişi tarafından ABD’nin en yakın müttefiki olarak görülen İngilizlere savunmaya daha fazla harcama yapmaları konusunda baskı yaparken Trump ise NATO müttefiklerinin gayrisafi yurt içi hasılanın en az yüzde 2’sini savunmaya harcamamaları halinde ABD’nin ittifak sorumluluklarını yerine getirmeyeceği tehdidinde bulunmuştu. Kasım 2024’te yapılacak ABD Başkanlık Seçimi’nde en güçlü aday olan Trump, bu tehdidinin seviyesini tekrar yükseltti ve maddi sorumluluklarını yerine getirmeyen NATO müttefiklerine karşı, Rusya’nın saldırısının teşvik edileceğini söyledi. Bu şüphesiz İttifak’ın temellerine ve ruhuna yapılan en üst düzeyde saldırı olarak görülebilir. Eski ve belki de gelecekteki Başkan’ın bu soğuk ve açık sözlü söylemi, Avrupa için acı verici, çünkü açık bir gerçek var ki o da Avrupa, Amerika olmadan kendini savunmaya henüz hazır değil.
Avrupa savunma güçlerinin 1989’dan sonra NATO ve 1993’ten itibaren Avrupa Birliği (AB) aracılığıyla ilk dönüşümü yetersiz kaldı. Bu, önümüzdeki 10 yılda hem NATO aracılığıyla hem de yeni, özel bir “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına” (ESDP) dayalı olarak daha fazla dönüşüm çabalarına yol açtı. Birçok önemli NATO ve AB girişimi, işbirliğine ve yeteneklerin geliştirilmesine odaklandı. “Avrupa Savunma Ajansı” (EDA), 2008 yılından bu yana, uzun vadeli güvenlik ve savunma sorunlarına çözüm bulmak amacıyla bir “Kabiliyet Geliştirme Planı” (CDP) hazırlıyor. AB’nin kıta savunması için strateji geliştirme, politika belirleme, faaliyetleri planlama ve uygulama adına merkezi referansı olan bu plan CARD, PESCO, EDF gibi Avrupa savunmasıyla ilgili tüm girişimler için temel teşkil ediyor. 2022 yılında ise AB Bakanlar Konseyi tarafından kabul edilen “Stratejik Pusula” ile AB içerisine yeni bir bakış getiren ve müdahale yeteneklerine sahip mekanizmaların teşkilinin planlandığı bu belge temel metinlerden biri haline geldi. Ayrıca İngiltere’nin AB’den ayrılmasının ardından önemli bir askeri gücünü yitiren birlik, savunma işbirliğini dönüştürmek adına birçok yeni girişimin hayata geçirilmesi için fırsatlar oluşturmaya çalıştı. Birlik, karar mekanizmalarının belirledikleri dışında Baltık Denizi’nde ve İskandinavya’da bölgesel nitelikte veya kıta dahilinde ikili anlaşmalar ile mikro nitelikte savunma işbirlikleri yaptı. Bununla beraber Türkiye’nin de dahil olacağı Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi (ESSI) gibi işbirliği planlanmış konularda seçili ülkelerle daha ileriyi hedefleyen münhasır projelerin hayata geçirilmesi, yeni savunma fırsatlarının değerlendirilmesi olarak görülebilir. Tüm bu kararlar, girişimler ve kurumlar, yeni savunma fırsatları adına artırılması planlanan askeri kapasitelere de işaret ediyor.
Büyüyen askeri kapasitenin sahaya yansıması
Tüm bu girişimlere rağmen asıl sorun Avrupa ülkeleri arasında güvenilir muharip güçlerin bulunmamasıdır. Önümüzdeki yıllarda Avrupa’da meydana gelecek herhangi bir büyük muharebe harekatında, manevraların yerine getirilmesi için gereken kara, deniz ve hava kuvvetlerindeki eksikliklerin kapatılması henüz mümkün görünmüyor ve bunun için ABD kuvvetlerine bağlılık devam ediyor. Zira Avrupa’nın savunma harcamaları son yıllarda artarken bu harcamalar daha fazla savaşa uygun güç üretmedi. Birkaç küçük istisna dışında, hizmetteki ana muharebe tanklarının, piyade savaş araçlarının, zırhlı keşif araçlarının ve kundağı motorlu topların sayısı 2014 ile aynı kaldı veya düştü. Daha genel anlamda, Avrupa ülkeleri kara-deniz-hava kuvvetleri, hava savunması ve “savaşta belirleyici mühimmat” olan topçu mühimmatı ve füzeler konusunda önemli boşluklar taşıyor. Avrupa’da savunmanın güçlendirilmesi Avrupalı müttefiklerin hem acil hem de sürekli yatırımlarını gerektiriyor. Yetenek geliştirme ve savunma malzemesi tedariki, özellikle sanayiden talebin yüksek olduğu zamanlarda, yıllar süren çalışmalardır. Buna karşın vadedilen savunma harcamalarındaki artışların bir kısmı tek seferlik ek harcama paketleridir ve hükümetlerin harcama önceliklerinin uzun vadede değişmemesi ender görülür.
Ukrayna-Rusya savaşı ile başlayan, Avrupa içindeki bu satın alma ve yatırım sürecinin de akıbetinin benzer şekilde uzun vadeli ve muğlak olması kaçınılmaz. Uzun tedarik süreci ve kullanıma almada yaşanacak aksaklıklar da göz önüne alındığında Avrupalı müttefiklerin bazılarının acil yetenek boşluklarını kapatma mücadelesinde çoğunlukla kıta dışında mevcut olan hazır ekipmanlara başvurduğu görülüyor. Almanya, ordusu için büyümeye yönelik stratejik bir dönüşüm için oluşturduğu 100 milyar avroluk özel fonun en büyük siparişini ABD yapımı F-35 savaş uçağı ve Chinook helikopteri için verirken, Polonya ise Güney Kore’den tank, FA-50 savaş uçağı ve obüs alımı gerçekleştirdi. Bu durum Avrupa ordularının gelişmesine katkı sağlamakla birlikte stratejik belgelerde çok defa vurgulanan Avrupa savunma sanayini de güçlendirme fikrine muhalefet içeriyor. Ancak bu süreçte Avrupa savunma işbirliğinin faydalarının anlaşılmasının zor olduğu ortaya çıktı. Savunma ürünlerinin imalatında hala rekabet söz konusu olabiliyor ve orduların oluşumları veya konuşlanmaları konusunda ortak, birbirini tamamlayan bir komuta söz konusu değil. Avrupa’nın güvenliği konusunda işbirliği bir kural değil istisna olmaya devam ediyor. Bu çerçevede Avrupa’daki orduların kapasite artırımları da kesin bir ortak strateji olmadan, mevcut tehditlerin ulusal algılanışlarına göre müstakil olarak devam edecek gibi görünüyor.
Dr. Tolga SAKMAN
Diplomatik İlişkiler ve Politik Araştırmalar Merkezi (DİPAM) Başkanı