Ayasofya, Rus Ortodoks Kilisesi ve Rusya Dış Politikası

Doç. Dr. Sezai ÖZÇELİK
Çankırı Karetekin Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
Ayasofya, Lozan Antlaşması’nın 90ncu yıldönümünde ve II. Meşrutiyet’in İlanı olan 24 Temmuz yani bugün ibadete açılıyor. Ben de herkes gibi hayırlı olmasını diliyorum. Fakat bu noktada Ayasofya’nın ibadete açılmasının özel olarak Rus Ortodoks Kilisesi (ROK) ve Rusya ile genel olarak tüm Ortodoks dünyası üzerinden Türkiye ve Kırım sorununa bağlantısını irdelemek istiyorum.
15 Ocak 2020’de Putin Rusya Federal Meclisi yani Duma’da yaptığı konuşmada Anayasal referandum konusunda konuşma yaparken ayrıca ülkenin dinsel ve sosyal yapısına yönelik önerilerde de bulunmaktaydı. Aslında bu Rus Ortodoks Kilisesi (ROK)’nin Rus iç ve dış politikasını etkisini göstermesi açısından önemliydi. Rus dış politikası kapsamlı vektör (çok-vektör) yaklaşımı ile analiz edilirken belli konular ve çıkar grupları öne çıkarılır. Bunlardan biri hiç şüphesiz Sovyetler’in yıkılışının ardından etkisini arttıran ROK’tur. Kremlin’in Rus halkının ve tüm Ortodoks aleminin “kalbi, aklı ve ruhunu” etkilemek amacıyla bir yandan Rus milliyetçiliğini kamuoyuna pompalarken öte yandan Ortodoks dinini Sovyet dönemi sonrası ortaya çıkan ideolojik boşluğu doldurmak için kullanmaktadır. Rus kamuoyu dünyadaki trendde de uygun olarak daha fazla milliyetçi, dinci ve muhafazakâr dünya görüşünü benimsemektedir. Yeni Rus ideolojinin üç temeli bulunmaktadır: Bütüncül vatanseverlik (Rus tarihi ve onun dünyadaki yeri konusunda gurur duymak), egemen demokrasi (dış dünyanın değerlerden arındırılmış Rusya’ya özgü demokrasi) ve Ortodoks Hırıstiyanlık (tüm Doğu Slavik halkları Ortodoks değerleri ve inançları etrafından birleştirmek). 2019’da yapılan bir ankete göre Rusların yüzde 79’u kendilerini Ortodoks olarak tanımladıkları görülmüştür.
“PUTİN RUSYASI, TANRIYI POLİTİKADA KENDİ YANINDA TUTMAKTA”
Genel olarak din özel olarak Ortodoksluk yumuşak güç yöntemi olarak Rus dış politikasının önemli parçası haline gelmiştir. Çok-vektörlü dış politika gereği 20 milyona yakın Müslüman’ın yaşadığı Rusya’da İslam bile yumuşak güç amacıyla kullanılmıştır. Putin saldırgan dış politikası için Rus Ortodoksluğunu sık sık kullanmaktadır. Örneğin, Suriye çatışmasına Rusya’nın askeri olarak müdahale etmesinin nedeni olarak oradaki Hıristiyan toplumların haklarının korunması gösterilmiştir. Aynı şekilde Maidan Devrimine kadar geçen sürede Rus Ortodoks Kilisesi Ukrayna Ortodoks Kilisesi üzerindeki otoritesini Ukrayna’nın iç ve dış politikasını etkilemek amacıyla kullanmıştır. Kırım’ın işgalini Putin kutsal görev olarak görmüş ve Yarımadayı medeniyetsel ve dinsel önemi sebebiyle işgal ettiklerini belirtmiştir. Yunan Ortodoks Kilisesi Putin’in Yunan kamuoyunda imajını düzeltmek için kullanılmakta ve “Ortodoks dünyasının lideri” olarak lanse edilmektedir. Avrupa’daki aşırı sağ partilerinin Putin’i desteklemelerinin ardında Kremlin’in dini değerleri kullanması yatmaktadır. Amerika’daki aşırı dinci olarak görülen Evanjelistlerin Putin’i desteklemelerinin altında Rusya’daki Hıristyanlığı ve Hıristiyan değerleri savunması gösterilmekte ve hatta ABD Başkanı Trump ile Putin arasında bağlantıyı sağlayanlar Evanjelistler olmaktadır. Kısaca Putin Rusyası, Tanrıyı iç ve dış politikada kendi yanında tutmaktadır.
İŞGAL ALTINDAKİ KIRIM VE AYASOFYA KARARI
Bunun Ayasofya ile bağlantısı nedir? Kırım’ın işgali sonrası Ukrayna Ortodoks Kilisesi, Rus Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill’in otoritesinden ayrılmış ve Yunan Ortodoks Kilisesi ise Ukrayna Ortodoks Kilisesi lideri Epifani Dumenko’yu tanımıştı. Ayasofya’nın ibadete açılması son yıllarda ilişkilerin koptuğu Ortodoks dünyasında ortak düşman olarak gördükleri Türklere ve Türkiye’ye karşı birleşmeleri ve farklılıklar ve görüş ayrılıklarını bir yana bırakmalarına neden olabilir. Rus Ortodoks Kilisesi’nden Ayasofya konusunda basın sorumlusu Vladimir Legoyda’nın açıklamaları önemli: “Rus Ortodoks Kilisesi ile diğer Ortodoks kiliselerinin endişelerine kulak verilmemiş olması çok üzücü.”  Ayasofya’nın cami olması sonrası Rus Ortodoks Kilisesi Kirill ile Yunan Ortodoks Kilisesi lideri Başpiskopos Ieronymos arasında kopan ilişkilerin tekrar kurulması ile Türkiye’ye karşı Ortodoks Haç’ının sol tarafının birleşmesi öngörülebilir. Daha önce belirttiğimiz gibi zaten Ermenistan ile Rusya arasındaki stratejik müttefiklik dinsel alanda da görülmektedir. Örneğin Rus ve Ukrain Ortodoks kiliseleri arasındaki anlaşmazlıkta Ermeni Patriği Karekin II Rusya’nın yanında yer almıştır. Türkiye’deki Ermeni Patriği Sahak Mashalian Ayasofya’nın cami olarak açılmasını desteklemektedir. Fakat Lübnan’daki Kilikya Ermeni Katalikosluğu ruhani lideri Aram I, Ayasofya’nın cami olması ile 1915 Olayları arasında bağlantı kurarak o dönemde binlerce Ermeni kilisesinin ahırlara, kafelere, camilere ve diğer kamusal alanlara dönüştürüldüğünü belirtmiştir. Kısaca, Ayasofya kararı başta Ortodoks dünyası olmak üzere Hıristiyan alemini Türkiye’ye karşı sımsıkı şekilde bir araya gelmesine yol açmaktadır. Bu orta vadede Kırım gibi Ortodoks işgalinde olan yerlerde Müslüman halkların yaşamlarını zorlaştıracaktır.
“RUSYA, ORTODOKSLUĞU ALEYHİMİZDE KULLANMIŞTIR”
Tarihsel olarak Rusya, Ortodoksluğu özellikle Osmanlı döneminde aleyhimize hep kullanmıştır. 1774’te Kırım’ı kaybettiğimiz Küçük Kaynarca Antlaşması’nın 7nci maddesine göre, maddelerinden biri Osmanlı’daki Ortodoks halkları ve kiliselerinin haklarını edebiyete kadar gözetlemek, savunmak konusunda Rusya’ya koruyuculuk yetkisi verilmiştir. Osmanlı zamanında Rusya’nın dinsel saiklerle savaş çıkarmaya kalkışmıştır. Beytüllahim’deki Doğuş Kilisesi’nin anahtarı Çar I. Nikola döneminde Rusya ve Fransa arasında sorun yarattı. Bu kilisenin kapısının açılma yetkisi 1520’de Kanuni tarafından Katolik papazlara verilmişti. 1630’larda Rum Ortodokslara devredildi. Fakat 1847’den itibaren Rus Çarı “Kutsal Yerler Meselesi”ni ortaya atarak Osmanlı topraklarında yaşayan Katolik ve Ortodoks tüm Hıristiyanların koruyuculuğu talep etti. Dönemin Osmanlı Padişahı Sultan Abdülcemid akıllıca bir çözüm buldu. 1852’de kilisenin kapısındaki kilidi değiştirdi ve fermanla anahtarı ve kapıyı açma yetkisini bölgede yaşayan önde gelen Müslüman ailesine verdi. 2002 yılında bu gelenek Müslümanlardan Kudus Rum Patrikliğine geçiyor.
Hikayenin tamamını https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/953509-papa-ile-patrik-asirlarca-didisince-buyuk-kilisenin-anahtari-muslumanlara-verildi Murat Bardakçı’nın kaleminden okuyabilirsiniz.
24 Kasım 1934’te Ayasofya’nın müze olmasının nedenleri Türk dış politika açısından bakılmalıdır. 1933-36 yılları arası Türkiye açısından tehlikeler görülür hale gelmiştir. 1931’de Japonya Mançurya’yı işgal etti. 1933’te Hitler Almanya’da diktatör olarak başa geçti. 1934’te Almanya, Versay Antlaşması hükümlerini tanımadığını bildirdi.18 Temmuz 1932’te Türkiye günümüzdeki Birleşmiş Milletler’in öncesi uluslararası örgüt olan Milletler Cemiyeti’ne üye oldu. Rusya ise 1934 yılında Milletler Cemiyeti’ne girmiştir. 17 Eylül 1934’te Türkiye MC Konseyi üyeliğine seçilmiştir. Nisan 1934’te Hatay Sancağı ile ilgili olarak dönemin Gaziantep Valisi Akif İyidoğan bölgeye gitti. Halk sevinçten valinin makam arabasını havaya kaldırdı. 9 Şubat 1934 tarihinde Türkiye ile Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Antantı imzalandı. Bu dönemde Atatürk’ün dış politikası hem batıdan hem Rusya’dan gelen baskılara karşı denge politikası uygulamaktı. Avrupa’da İtalya, Almanya ile faşizmin yükselmesi ve doğuda Sovyetler’in Türkiye’ye yönelik baskı politikası uygulaması sonucu Türkiye İngiltere ve Fransa’ya yakınlaşmıştır. 1933 yılında Türkiye ile Fransa arasında Dostluk Antlaşması imzalanmıştır. 1932’de İran ile sınır meselesi imzalanmış ve İran Şahı Rıza Pehlevi 1934’te Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Ayasofya’nın müze olması bir anlamda faşizm ile komünizm arasında sıkışmış olan Türkiye’nin Batı ülkelerine yakınlaşma çabası olarak görülebilir.
Son olarak, Ayasofya’da cami olarak 86 yıl sonra ilk ezanın ve namazın kılınması önemli bir gelişmedir. Fakat bu alınan kararın Rus Ortodoks Kilisesi’nin giderek Rus iç ve dış politikasının ağırlığının artması ile Rusya’da yaşayan 20 milyona yakın Müslümana karşı İslamofobi ve yabancı düşmanlığının artmasına yol açabilmesi ihtimali bulunmaktadır. Kırım’da işgal altında yaşayan Kırım Tatarları’na yönelik baskıların artması beklenebilir. Kısacası, Ayasofya’da ezan seslerinin olması tüm Ortodoks alemini Türkiye’ye karşı birleşme ihtimalini yükselterek başta Kırım olmak üzere Kerkük, Karabağ, Kıbrıs, Kaşgar ve Kudüs’te (6K) Türk ve Müslüman dünyasına karşı dış politika ve güvenlik bağlamında krizler ortaya çıkabilecektir.

Son Yazılar