Gazeteci Mehmet A. Kancı, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın 6 Ocak’ta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan görüşmesinin ve Orta Doğu turunun işaret ettiklerini kaleme aldı.
Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Antony Blinken, 7 Ekim’de başlayan Gazze Şeridi merkezli kriz kapsamında bölgeye yaptığı 4’üncü ziyarette 2’nci kez Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile bir araya geldi. İsrail’in Gazze saldırısının başlamasının ardından Blinken 9 Ekim’de Dışişleri Bakanı Fidan ile telefon görüşmesi gerçekleştirmişti. Bu görüşmeye istinaden paylaştığı “Türkiye’nin ateşkes çağrısını teşvik ettim.” ifadesini içeren sosyal medya mesajını silerek, henüz krizin başlangıcında ülkesinin taraflı politikasını açık etmiş ve kendi kalesine gol atmıştı. 18 Ekim’de ABD Başkanı Biden’ın İsrail’e yaptığı ziyaret ise Washington’ın Orta Doğu politikaları tarihine skandal olarak kaydedildi. ABD dış politika tarihinin en tek taraflı diplomasi girişiminde Biden, El-Ehli Baptist Hastanesi’ne saldırının Hamas tarafından düzenlendiği suçlamasına ortak olarak İsrail’in dezenformasyon politikasına prim verdi. Böylece Ürdün’ün başkenti Amman’da Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın katılımlarıyla düzenlenecek toplantının kapısını kendi eliyle kapattı. Dahası, ABD diplomasisi, İsrail’in Gazze’deki katliamı şiddetlenirken Türkiye ve bölge ülkeleri ile temasa geçmeyi tercih etmeyerek yanlı tavrını sürdürdü. Bu siyaset, 6 Kasım’da Ankara’yı ziyaret eden Blinken’ın soğuk bir şekilde karşılanması ve Dışişleri Bakanı Fidan ile görüşmesinin ardından açıklama yapılmamasıyla karşılık buldu.
Şartlar Blinken’ı İstanbul’a gelmeye zorladı
Bugün ise Blinken’in “7 Ekim vakasını” takip eden süreçteki 2’nci Türkiye ziyaretini hem Gazze’de hem de küresel jeopolitik düzlemde değişen koşullar çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. ABD’nin İsrail odaklı politikasını değiştirmeye mecbur kaldığını anlatan ilk işaret ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller’in, Blinken’ın uçağının İstanbul’a inişinin ardından paylaştığı sosyal medya mesajında bulunabilir. Matthew, mesajında Türkiye’nin değerli bir NATO müttefiki olduğunun altını çizerken, Gazze’deki çatışmanın yayılmasının önlenmesi de dahil olmak üzere bölgesel güvenlik sorunlarının çözümünde önemli bir role sahip olduğuna işaret etti.
Blinken’ın 6 Ocak’taki Türkiye ziyaretinin içeriği 3 konu başlığı çerçevesinde değerlendirilebilir. Bunlardan ilki İsrail’in Gazze saldırısında gelinen durum, ikincisi F-16 alımı ve modernizasyon projesi, Azerbaycan-Ermenistan görüşmeleri, Irak ve Suriye gibi öne çıkan başlıklar eşliğinde Türkiye-ABD ilişkileri, üçüncü ve son olarak Ukrayna-Rusya savaşının gidişatı doğrultusunda Rusya’ya karşı bölgenin yeniden tasarlanması. İsveç’in NATO üyeliği ve Ukrayna tahılını uluslararası pazarlara ulaştırma gayreti bu kapsamda değerlendirilebilir.
Fidan-Blinken görüşmesi sonrasında yayımlanan açıklamalar dikkatle okunduğunda, aynı içerik ve üsluptaki metinlerin kamuoyu ile paylaşıldığı dikkati çekiyor. Metinlerde her ne kadar Gazze’deki gidişat, F-16’ların alımına dair takvim ve İsveç’in NATO üyelik süreci üzerinde tam uzlaşma olmadığı, dahası Türkiye’nin bu konulardaki pozisyonunu ısrarla vurguladığı dikkat çekse de tarafların yeni bir tartışma yaratmaktan ziyade sorunları çözmeye odaklı yaklaşım ortaya koydukları görülüyor. İsveç’in NATO’ya üyelik süreciyle ilgili nihai kararın TBMM’ye ait olduğu vurgusu, bu kararlı duruşun ifadesi olarak açıklamada yer alıyor.
Beyaz Saray’ın Gazze politikası nasıl değişti?
İstanbul’daki görüşmeden hareketle, ABD’nin 3 aydır İsrail odaklı yürüttüğü Filistin politikasında gedik açıldığı anlaşılıyor. Diplomatik kaynaklara göre Blinken, Türkiye’de ve ardından pazar günü ziyaret ettiği Ürdün ve Katar’da Gazze Şeridi’nin yeniden inşasında, yönetiminde ve potansiyel olarak güvenliğinde rol oynamaları için zemin yokladı. Bu konu başlıkları şüphesiz Blinken’ın bölge turunun Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır ayaklarında da değerlendirilecek. Peki ABD’nin Gazze’ye yaklaşımı, en baştan beri olması gerektiği şekilde neden çok taraflı bir sürece evrildi?
Bu değişiklikte Binyamin Netanyahu’nun ilan ettiği 2 hedefe İsrail ordusunun ulaşamaması, yani Hamas askeri kanat lideri Yahya Sinwar’ın etkisiz hale getirilememesi ve 130’dan fazla İsrailli esirin kurtarılamaması etkili oldu. Bu hedeflere ulaşılamadığı her gün Netanyahu ve kabinesindeki radikallerin, İsrail silahlı kuvvetleri ve istihbarat örgütlerinin yöneticileri ile arası açılıyor. Dahası Savunma Bakanı Yaov Gallant ve Savaş Kabinesi Üyesi muhalefet lideri Benny Gantz’ın da Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’nin yanında yer almasıyla ortaya çıkan kaos Washington’ı da rahatsız ediyor. İktidarını ne pahasına olursa olsun sürdürme noktasına gelen Netanyahu’nun, savaşı Lübnan topraklarına yayma eğilimi de ABD’yi rahatsız eden bir başka gelişme. Biden, Orta Doğu’yu yıkıma sürükleyen Netanyahu’nun, kasım ayındaki seçimlerde kendisi için yüke dönüştüğünün farkında.
Meselenin özü: Eşit müttefiklik
Konunun Türkiye-ABD ilişkileri safahatına baktığımızda ise Rusya-Ukrayna savaşı ile gündeme gelen Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri Türkiye’nin “eşit müttefiklik” sorununu tartışmaya açmasına da vesile oldu. Türkiye ancak bu vesileyle, tehditlerine maruz kaldığı terör örgütlerinin NATO müttefiklerinin topraklarında ağırlanmasına set çekecek düzenlemeler yapılmasında mesafe alabildi. Eşit müttefiklik bahsinde Ankara’nın sorguladığı bir başka husus ise 2010 yılından bu yana Ege Denizi’nde Yunanistan lehine ABD tarafından bozulan askeri dengenin gidişatıydı. Türkiye paydaşı olduğu F-35 programından çifte standartlı bir kararla dışlanıp talep ettiği F-16’lar için önüne net takvim konamazken, Yunanistan’ın F-35 programına dahil edilmesi ihtimali doğal olarak Türk dış politikasının karar vericileri açısından kabul edilebilir bir durum değildi. Blinken’ın Türkiye’nin ardından yapacağı Yunanistan ziyareti öncesinde komşu ülkenin Dışişleri Bakanı Yorgos Yerapetritis’in şu ifadelerinin üzerinde durmak gerekir; “Bizim için Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde ne yaptığı tamamen önemsiz. ABD kimin güvenilir bölgesel oyuncu olduğunu anladı.” Yerapetritis’in güvenilir bölgesel oyuncu olmaktan anladığı herhalde Girit ve Dedeağaç dahil deniz ve hava limanları ile iradesini ABD’ye teslim etmiş bir ülke olmak. Nitekim 7 Ocak’ta Yunanistan’a giden Blinken’ın Girit’te ağırlanması, Yunanistan’ın sahip olduğu imkanları ABD donanması ve hava kuvvetlerinin hizmetine sunmaktan duyduğu “kıvancın” izlerini taşıyordu. Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, konuk ABD Dışişleri Bakanı’nı “Suda Körfezi’ndeki evimde sizi ağırlamak büyük mutluluk. İttifak ilişkimizi buradan, Girit Adası’ndan daha iyi sembolize eden bir yer düşünemiyorum.” sözleriyle karşıladı. Yunanistan’ın Akdeniz, Ege, Adriyatik Denizi ve Batı Trakya’daki imkanlarını ABD ordusunun emrine amade etmesi, İsveç’in NATO üyeliği gibi, ABD’nin Rusya’ya karşı yürüttüğü çevreleme hareketinin önemli bir parçası.
ABD ve Yunanistan 2010 yılından itibaren Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni ve İsrail’i de yanlarına alarak, Türkiye’yi enerji işbirliği görünümlü bir savunma ittifakı ile Doğu Akdeniz’de kuşatmayı denemişlerdi. Bu teşebbüs önce 2021’de Ukrayna-Rusya savaşının ördüğü jeopolitik gerçekler duvarına çarptı. Ancak bundan dersini almayan Washington yönetimi, Türkiye’yi dışlama hatasını Gazze Şeridi’nde 7 Ekim’de başlayan süreçte tekrar etti. Blinken’ın 6 Ocak’ta Dışişleri Bakanı Fidan görüşmesi ile başlayan yeni Orta Doğu turunun mesajları bölgedeki olayların ABD’nin “temenni politikaları” doğrultusunda şekillenmediği gerçekliğini bir kez daha ispatladı.
Gazeteci Mehmet A. Kancı