Daha büyük ve daha lüks binalardan ziyade güvenli ve ihtiyaca uygun binalar talep etmek zorundayız. Hacettepe Üniversitesinden Jeoloji Mühendisi Prof. Dr. Candan Gökçeoğlu, 6 Şubat 2023’te gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli depremlerin 1’inci yılında depremin yaralarını sarmak adına atılan adımları ve ilerisi için alınması gereken önlemleri kaleme aldı.
Vatanımız Anadolu, çok sayıda aktif fayı olan, dolayısıyla jeolojik tarihçede sürekli depremlerin yaşandığı eşsiz bir coğrafyadır. Anadolu’nun aktif tektoniği sadece depremleri değil verimli ovaları da oluşturmuştur. Bu verimli ovalar ve bu ovaları besleyen akarsular Anadolu’yu kadim topraklar haline getirmiş, insanlık tarihinin önemli bir kısmına şahitlik etmiştir. Her birinin tarihi binlerce yıl olan şehirlerimiz depremlerden etkilenmişlerdir. Bu gerçekle beraber, deprem bölgesi olan ülkemizde ne yazık ki dayanıklı şehirler oluşturmada geç kaldık. Bu geç kalmanın ağır sonuçlarını 6 Şubat 2023’te sabaha karşı çok acı biçimde yaşadık. Ana şok ve yaklaşık 9 saat sonra aynı bölgede başka bir fay üstünde yaşanan ikinci ana şok hepimizi bir süre şaşkınlık içinde bıraktı. Doğrudur, uzmanlar olarak bu bölgede bir deprem beklentimiz vardı ancak ilk depremde yaşanan 7,7 büyüklük aynı anda 4 ana fay segmentinin kırılmasına sebep oldu. Burada beklenti ortalama 7,3 ila 7,4 civarında iken bir anda 7,7’ye yükselen büyüklük, depremin 11 ilimizde hissedilmesine sebep oldu. Bununla birlikte deprem, Suriye, Irak, İran, Mısır gibi komşu ülkelerde de ciddi biçimde hissedildi, hatta Suriye’de önemli yıkımlara sebep oldu. 9 saat sonra 2’nci ana şok ise 7,6 büyüklüğünde gerçekleşerek, özellikle Malatya’da ağır hasara sebep oldu. Bu büyüklükler bölgede beklenen deprem büyüklüklerinin üstüne çıktı ve devamında sayıları 40 bine varan artçı şoklar yaşandı. Üstünden tam bir yıl geçmesine rağmen sınırlı sayıda da olsa artçılar devam ediyor. Depremlerin meydana geldiği fay segmentleri boyunca Anadolu plakası ile Arap plakası birbirlerine göre 1 ila 7 metre arasında değişen miktarlarda hareket ediyor.
Depremin teknik tarafının yanı sıra, sosyolojiyi, ekonomiyi ve sağlığı ilgilendiren boyutları da bulunuyor. 6 Şubat 2023 depremleri nüfusumuzun yaklaşık 14 milyonunu doğrudan etkiledi. Bölgedeki 2,6 milyon binanın yaklaşık 300 bini ya çöktü ya da ağır hasar aldı.
365 günde neler oldu?
Depremden hemen sonra arama kurtarma çalışmaları başladı. Ancak depremlerde Adana Gaziantep otoyolu fay tarafından kesildi, Hatay Havalimanı pisti hasar gördü, yaklaşık 100 yıl önce inşa edilen Fevzipaşa-Diyarbakır demir yolu birçok noktada ağır hasar aldı. İskenderun’da bulunan bir limanda yangın çıktı. Malatya’yı Gaziantep’e bağlayan kara yolu Gölbaşı-Erkenek arası ulaşıma kapandı. Birçok ilçenin yanı sıra Antakya, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Malatya il merkezleri ağır hasar aldı, çeşitli kamu binaları ve hastaneler kullanılamaz hale geldi. Tüm bunların yanı sıra, deprem bölgesinin kuzey kesimlerinde meydana gelen aşırı kar yağışı da ulaşımı olumsuz etkileyerek arama kurtarma çalışmalarının zaman zaman aksamasına neden oldu. İlk günlerde yaşanan olumsuzluklar zamanla giderildi ve depremden etkilenen halka çadır ve konteyner gibi geçici barınma olanakları sağlandı. Devamında ise kalıcı konutların inşa süreci başladı. Ancak bölgeye gittiğinizde yerel halktan konutları hasar görenlerin halen çadır veya konteynerlerde barındığını görebilirsiniz. Bu durumun doğal olarak birkaç yıl daha sürmesi bekleniyor çünkü 1 dakika içinde 300 bin bina ya tamamen yok oluyor ya da yıkılacak hale geliyor. Kabul etmek gerekir ki, 300 bin binanın kısa sürede yeniden inşa edilmesi kolay bir süreç değildir. Mühendis ve inşaat personeli gibi nitelikli eleman sayısı, iş makinesi, inşaat malzemesinin yanı sıra çeşitli hukuki ve finansal süreçlerin de tamamlanması gerekiyor. Bunlar bir arada değerlendirildiğinde, bir kentin depreme dayanıklı olarak yeniden inşası yılları alacaktır.
“Biz bu felaketi neden yaşadık?” sorusuna doğru cevap vermeyip paradigmamızı değiştirmezsek yeni felaketleri ya biz ya da bizim torunlarımız tekrar yaşayacaktır. Mesele “Doğal afet mi?” sorusunun cevabı net olarak hayır olmalıdır. Afetin doğalı olmaz. Gerçekte “doğal tehlike” vardır ancak biz insanlar bunu “afet” haline getiririz. Ülkemizde, son 120 yılda 7’nin üzerinde 20, can ve mal kaybına sebep olan 269 deprem meydana geldiği gerçeğini dikkate aldığımızda, depremin hayatımızın içinde bir gerçeklik olduğunu anlıyoruz. Deprem bir doğal tehlikedir ancak bunu afet ya da felakete dönüştüren bizleriz. Eğer bir depremde 300 bin bina ya yıkılıp ya da ağır hasar alıyorsa, burada yeterli arama kurtarma çalışmasını düzenli yapabilmek veya kısa sürede insanlara kalıcı konut sunabilmek imkansızdır. Yapılan çalışmalara bakıldığında makul bir sürede kalıcı konutların yapımının tamamlanacağı ve hak sahiplerine verileceği anlaşılıyor. Ancak depreme hazırlanma süreci deprem olmadan tamamlanmalıdır. Asıl mesele bunu başarabilmek. Gözlemlerim bu konuda çabaların olduğu ancak yeterli olmadığıdır. Aslında deprem ve diğer doğal tehlikelere karşı korunma ve dirençli kentler oluşturmanın temeli eğitimdir. Bu eğitimin toplumun tüm kademelerine yayılması ve ilköğretimden başlatılması gerekir. Bu tür eğitimlerde gelişen teknolojileri kullanmak ve memleketin her bir bireyini bu konuda bilinçli hale getirmek en temel hedef olmalıdır. Bununla birlikte, yazılı ve görsel medyada deprem tahminleri yapmak ve yaptırmak bilime verilen en büyük zararlardan biridir. Bu tür yaklaşımlar toplumun bilime olan inancını körelterek bilimden uzaklaşmasına sebep olabilir. Bununla beraber bilim insanlarının sözünü toplumun gözünde hafifletir. 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999 depremlerinin ardından ve 6 Şubat 2023 depremlerini takiben yapılan deprem tahminleri vatandaşın deprem bilincinden uzaklaşmasına sebep oldu.
Depreme karşı dirençli miyiz?
Toplum yerel ve merkezi siyaseti etkileme gücüne sahip olup, yaşam biçimi kendi talepleriyle şekillenir. Yaşam biçiminin fiziki bileşenlerinden en önemlileri altyapı ve binalardır. Daha büyük ve daha lüks binalardan ziyade güvenli ve ihtiyaca uygun binalar talep etmek zorundayız. Bu temel bileşen vatandaşın talepleriyle şekillenirken, altyapının depremlere ve diğer doğal tehlikelere uygun inşa edilmesi yerel ve merkezi idarenin sorumluluğundadır. Özellikle Ağustos ve Kasım 1999 depremlerinde ağır hasar alan Sakarya, depreme karşı dirençli kentleşme açısından belirli bir düzeyi yakalamış pozitif bir örnektir. Ne yazık ki ciddi deprem tehlikesine sahip birçok büyük kent ise henüz bu tehlikeye karşı yeterli düzeyde iyileştirmeye sahip değildir.
Depreme karşı hazırlıklı olmanın bir diğer önemli parametresi ise ekonomik gelişmişliktir. 2021 yılında yayınlanan ve Asya depremlerindeki ekonomik gelişmişlik ile ölüm oranını inceleyen bir çalışmada “Kişi başına düşen milli gelir iki katına çıktığında, depremlerdeki ölüm oranı yüzde 19-25 oranında düşmektedir” sonucuna ulaşıldığı görülüyor. Bunun gibi birçok araştırmada benzer sonuçlar elde ediliyor.
Sonuç olarak, depreme hazırlıklı olmak ve dirençli olmak birkaç yılda başarılacak bir mesele değildir; eğitimden başlayarak, ekonomi ile bilim ve teknolojideki gelişmişliğe kadar giden topyekun bir hamleyi gerektirir. Elbette bu alanlardaki gelişmişlik, altyapı ve binaların depreme dayanıklı biçimde tasarlanıp inşa edilmesi sonucunu da beraberinde getirecektir. Bu açıdan bakıldığında 6 Şubat 2023 depremleri sonrası acil yerleşim ihtiyaçlarının güvenli konutlarla sağlanması çok önemlidir ki buna dikkat ediliyor. Ancak bunları yaparken asıl köklü paradigma değişikliklerinin de göz ardı edilmemesi gerekir.
Prof. Dr. Candan Gökçeoğlu
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi