Mısır’ın ekonomik ve politik istikrarını sağlama çabaları, sadece ulusal çıkarlar açısından değil, aynı zamanda düzensiz göç konularında geniş bölgesel ve küresel dinamikler açısından da kritik önem taşıyor.
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Numan Telci, AB ülkelerinin Mısır’da istikrarı neden önemsediğini ve Mısır ekonomisinin içinde bulunduğu durumu kaleme aldı.
Son dönemde ekonomik açıdan zor bir süreç geçiren Mısır, Avrupa Birliği’nin (AB) 8 milyar dolarlık destek anlaşması ile kısmi ve geçici bir çözüm bulmaya çalıştı. Geçtiğimiz aylarda da IMF ile 3 milyar dolarlık destek anlaşmasını 8 milyar dolara çıkaran ve Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi Körfez ülkelerinden finansman tedariki girişimlerini hızlandıran Abdulfettah es-Sisi yönetimi, sonuçları çok da hesaplanmamış aceleci girişimlerle ekonomik sorunların üstesinden gelmeye çalışıyor.
AB, Mısır’ın istikrarını neden önemsiyor?
Avrupa Birliği’nin Mısır’ın istikrarına bu derece önem vermesinin başlıca nedeni nüfusu 110 milyonu aşan ülkede ekonomik nedenlerle ortaya çıkabilecek olası bir istikrasızlık ortamından en yoğun biçimde etkilenecek coğrafyanın Avrupa olması endişesidir. Öyle ki Mısır’la söz konusu anlaşmayı yapmak için gelen Avrupalı devlet başkanı ve başbakanları arasında Mısır’ın Akdeniz’den komşuları olan İtalya, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin bulunması söz konusu ülkelerin bu anlamda yaşadığı derin kaygıyı gösterir nitelikte. Bu kaygılardan en büyüğü ise şüphesiz olası bir düzensiz göç akınıdır. Geçtiğimiz yıllarda Afrika’dan Avrupa’ya düzensiz göçmen akışında yaşanan artışlar olası bir yeni dalga konusunda kaygıları artırıyor. Mısır’ın istikrasızlığa sürüklenmesinin göçmen akışını tetikleyebileceğini düşünen Avrupa ülkeleri bu anlamda önleyici tedbirler almayı planlıyor. Öyle ki benzer destek anlaşmalarını Tunus ve Moritanya ile de yapmışlar ve düzensiz göçmen akışının engellenmesi konusunda ana rota olarak kabul edilen ülkelere bu anlamda destek olmayı amaçlamışladır.
Mısır’ın yaşadığı güç erozyonu
Mısır’ın mali açıdan bu derece zorlanması ve dış yardıma bağımlı hale gelmesi, Kahire’nin dış politikadaki hareket alanını da daraltıyor ve bu anlamda daha içe dönük bir hareket tarzı izlemesini de gerektiriyor. Nitekim Sisi yönetiminin özelikle Kovid-19 salgını dönemiyle birlikte kronikleşen ekonomik sorunların da etkisiyle dış politikada rekabet odaklı politikalardan, işbirliğini önceleyen politikalara kaydığı gözlemleniyor. Bu durumun açıkça görüldüğü örneklerden birisi Türkiye ile olan ilişkilerdir. Ankara ile yıllar süren rekabetçi politikaların herhangi bir kazanım getirmediğini gören Sisi yönetimi Türkiye’nin normalleşme çağrısına olumlu yaklaşmıştır. 2021 yılında bakan yardımcıları düzeyinde başlayan normalleşme girişimlerinin kısa süre önce gerçekleşen Cumhurbaşkanları düzeyindeki ziyaretlerle daha kurumsal bir çerçeveye oturması, her iki ülkenin siyasi ve ekonomik etkileşimlerini artırmıştır.Ekonomik endişelerin dış politikada kısıtlayıcı bir yönü olduğu bu ve benzer başka konularda gözlemlenebilir.
Bu durum bir dönem Arap coğrafyasının güçlü ve nüfuz sahibi aktörü Mısır’ın özellikle 2011’deki halk ayaklanmaları sonrasında yaşadığı güç erozyonunu daha da derinleştirme potansiyeli barındırıyor. Her ne kadar Abdulfettah es-Sisi 2013 yılında Cumhurbaşkanı oluşunun ardından dış politikada aktif bir tutum izleyerek bölgesel nüfuzunu koruma çabası içerisinde olsa da Mısır, gerek ülke içindeki siyasi ayrışmalar ve demokrasi sorunları gerekse de ekonomik kısıtlılıklar nedeniyle bu hedefine ulaşmakta zorluk yaşadı.
Ekonomik zorluklar
Libya’da doğudaki silahlı grupların lideri Halife Hafter güçlerine verdiği desteğin karşılığını alamayan Mısır, ne bu ülkedeki siyasi denklemde gözle görülür bir nüfuza sahip olabildi ne de Libya üzerinden yaşanan Afrikalı göçmen akışını engelleyebildi. Doğu Akdeniz’de enerji kaynakları üzerinden avantaj sağlama ve özellikle Avrupa’nın enerji tedarikinde söz sahibi olmayı amaçlayan Mısır, Doğu Akdeniz Gaz Forumu ile bu anlamda bir ivme yakalasa da, bu süreçte Türkiye’nin dışarıda bırakılması ve Türkiyesiz enerji transferi denklemlerinin rasyonel olmaması nedeniyle bu hedeflerine de ulaşamadı. Kahire’nin son dönemde Ankara ile yaşadığı normalleşme sürecinin bir boyutu da Doğu Akdeniz’de kazan kazan prensibi doğrultusunda yapılabilecek işbirlikleridir.
Kahire’nin Sisi döneminde iddialı söylemlerde bulunduğu ancak fiili olarak kazanım elde edemediği bir diğer konu da Etiyopya’nın Büyük Rönesans Barajı Projesi oldu. Göreve geldiği ilk yıllarda engellenmesi için Mısır’ın her yola başvuracağı proje Etiyopya hükümetlerinin başlıca gündemi olurken yıllar içerisinde barajın inşası devam etti ve 2020 yılında baraja su dolumu yapılmaya başlandı. Etiyopya’nın kalkınmasına büyük katkısı olması planlanan barajda ilk elektrik üretimi 2022 yılında yapıldı. Mısır ise gerek ekonomik sıkıntılar gerekse de Etiyopya ile olası bir askeri çatışma ortamının yaratabileceği ekonomik ve siyasi maliyetlerden dolayı proje karşısında tepkisini sınırlı tutmak durumunda kaldı.
Ekonomik endişelerin dış politikada kısıtlılıklar yarattığı bir ortamda özellikle 2013 sonrası dönemde Körfez ülkeleri ile sıkı bir ekonomik bağımlılık ilişkisine giren Sisi yönetimi, zaman zaman Suudi Arabistan ve BAE yönetimleriyle düşük düzeyli anlaşmazlıklar da yaşadı. Bu sorunları aşma süreçlerinde farklı enstrümanlara yönelen Sisi yönetimi bu anlamda en ciddi adımı Kızıldeniz’deki Tiran ve Sanafir adaları üzerindeki egemenlik hakkının Suudi Arabistan’a devredilmesi kararı ile aldı. Mısır’ın bu kararının arkasında Riyad yönetimi ile güçlü ekonomik ilişkileri sürdürme ve bu ülkeden gelecek mali destekleri garanti altına alma motivasyonlarının olduğu iddiaları uzun süre gündemde kaldı.
Benzer bir durum bu günlerde BAE ile yaşanıyor. 2013’ten bu yana Mısır’a en fazla mali destek sunan Körfez ülkesi konumundaki BAE ile yapılan özel bir anlaşma ile Sisi yönetimi ülkenin Akdeniz kıyısındaki tatil beldelerinden Ras El-Hekma’yı 35 milyar dolar karşılığında BAE tarafından yürütülecek bir dönüşüm projesinin kontrolüne bırakma kararı aldı. Birçok uzman bu anlaşmayı Mısır’ın en az 35 milyar dolarlık gelir karşılığında topak satışı olarak değerlendirirken anlaşma ülke içinde egemenlik tartışmalarını da beraberinde getirdi. Tüm bunlara rağmen geri adım atmayan Sisi yönetimi anlaşmayı tamamlarken BAE de Mısır’a can simidi olacak 35 milyar dolarlık ödemenin 15 milyar dolarını şubat ayında kalan kısmını da haziran ayına kadar ödeyeceğini taahhüt etti.
Gelinen noktada Mısır’ın son dönemde içinde bulunduğu ekonomik zorluklar ve bu zorlukların üstesinden gelmek için uluslararası alanda attığı adımlar hem bölgesel hem de küresel düzeyde önemli sonuçlar doğurabilir. Avrupa Birliği, IMF ve Körfez ülkelerinden sağlanan finansal destekler, Mısır ekonomisinin kısa vadede nefes almasını sağlasa da bu durum Kahire’nin dış politikada daha fazla içe dönük ve işbirliğine dayalı bir yaklaşım benimsemesine yol açıyor. Bu gelişmeler, Mısır’ın bölgesel güç olarak sahip olduğu nüfuzun uzun vadeli dinamiklerini etkileyebilir ve özellikle Doğu Akdeniz ve Sahra Altı Afrika’da göçmen akışı gibi konularda Avrupa ve diğer komşu ülkelerle olan ilişkilerini yeniden şekillendirebilir. Dolayısıyla, Mısır’ın ekonomik ve politik istikrarını sağlama çabaları, sadece ulusal çıkarlar açısından değil, aynı zamanda düzensiz göç konularında geniş bölgesel ve küresel dinamikler açısından da kritik önem taşıyor. Sonuç olarak Mısır’ın karşılaştığı zorlukların üstesinden gelmek için Batılı ülkelerin çıkarlarına dayalı bir yaklaşımdan ziyade daha kapsamlı bir yaklaşımın gerekliliği ön plana çıkıyor.
Doç. Dr. İsmail Numan Telci
Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi