Türk istihbaratının operasyonel yeteneği jeostratejik konumundan ibaret olmayıp, sınırlar dahilinde ve haricinde altına imza attığı onlarca başarılı operasyonda elde edilen tecrübelerin birikimidir. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Merve Seren, 1 Ağustos’ta Ankara’da ABD ve Rusya arasında gerçekleştirilen esir takası operasyonunu kaleme aldı.
1 Ağustos Perşembe günü Ankara, önemli bir istihbarat operasyonuna ev sahipliği yaptı. Soğuk Savaş Dönemi’nden bu yana Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Rusya arasında yapılan en büyük esir takası Türk istihbaratının arabulucuğunda gerçekleşti. Toplam 26 tutuklunun takas edildiği operasyonda, ABD ve diğer Batı ülkelerinde tutuklu bulunan 10 kişi serbest bırakılırken; Rusya ise 16 tutukluyu ABD’ye teslim etti.
Takas operasyonlarının önemi ve etkisi
Devletlerin istihbarat güçlerini ölçümlerken bakılan temel parametrelerden birisi, teşkilatların “karşı-istihbarat” ve “istihbarata karşı koyma-İKK” yetenekleridir. Bu bağlamda, teşkilatların ofansif ve defansif faaliyetlerde sergiledikleri kabiliyetleri önemlidir. Dolayısıyla bir devletin bilgisi ve onayına mazhar olan, örneğin askeri ve diplomatik misyonlar kapsamındaki “resmi izinliler” haricinde ülkesinde illegal olarak bulunan casusları tespit etmesi ne kadar önemli ise, kendi çıkarları adına yurt dışında görev yapan operatiflerini yahut devşirme/muhbir ağını güvence altına alması da o kadar önemlidir.
Bu açıdan bakıldığında özellikle Rusya ve ABD gibi tarihe mal olmuş köklü istihbarat kültürleri ve kurumları olan devletler için kendi topraklarında faaliyet yürüten hasım/rakip ülkelerin casuslarını tespit etmek bir “itibar” meselesidir. Bu anlamda devletlerin İKK imkan ve kabiliyetlerinin küresel istihbarat dünyasında referans gösterilen bir itibar mevzusu olması; onların sadece teknik ve teknolojik kapasiteleriyle değil, aynı zamanda ağ ve operasyon yönetimi ve istihbarat diplomasi yetenekleriyle de ilgilidir. Ancak istihbarat dünyasında itibar, sadece ülke içerisinde casus avlamaktan ibaret değildir. Bununla birlikte istihbarat topluluğunun kendisine ait ilke ve prensiplerden ödün vermemesi, son derece kritik bir husustur. Nasıl ki deşifre olan ajanların, her türlü baskı ve işkenceye rağmen operasyonu ifşa etmemesi ve devlet sırlarını koruması “meslek onuru” ise; aynı şekilde devletlerin deşifre olup esir alınan ajanlarını “profil şartı gözetmeksizin” ülkesine getirmesi de istihbarat etiğinin bir önkoşuludur. Bu anlamda ABD ve Rusya için mahkum takası, istihbarat sorumluluğu, ahlakı ve etiği açısından son derece mühimdir. Zira güçlü istihbarat kültürleri olan devletlerin bir ajanları için dahi tüm imkanlarını seferber edip son ana kadar pazarlığı sürdürmeleri icap eder. Unutulmamalıdır ki, istihbarat kültürü ve kurumsallaşmasının başat belirleyicilerinden birisi “aidiyet bilinci”dir. Elemanını veya kaynağını kolayca gözden çıkarabilen bir teşkilat, kurumsal kimlik açısından büyük bir güvenlik boşluğu yaratır.
Meslek sadakati, etiği ve onuru haricinde esir takasının bazı önemli girdileri ve etkileri de vardır. Birincisi; ABD’nin kendi vatandaşlarının güvenliğini koruma altına aldığına dair topluma verdiği güvencedir. Günümüzde bilginin önlenemez bir hızda, kontrolsüz ve sınırsız şekilde dolaşıma girdiği düşünülürse; esir alınan yahut tutuklanan bir ajanın, ailesi ve toplumda yaratacağı endişe ve tepkinin boyutu anlaşılabilir. Bu minvalde, ilgili devletin hem mahkumun ailesi hem toplum tarafından ciddi bir kamuoyu baskısıyla yüzleşebileceği malumdur. Bu durum ise iç siyasi dinamiklere yansıyacak ve ilgili hükümetin beceriksizliğine atfen bir politika malzemesine dönüşebilecektir. Dolayısıyla son operasyonda hem Biden hem Putin ajanlarına ve vatandaşlarına olan sadakatini kanıtlayan zafer kazanmış iki lider konumundadır.
İkincisi, esirlerin operasyonel bütünlüğü sekteye uğratma ve bilgi açıkları yaratabilme ihtimallerinin önüne geçilmesidir. Zira bazı örtülü operasyonlar 6 ay için planlanırken bazıları 10 yıl boyunca kesintisiz devam ettirilir. Dolayısıyla operasyonun yahut casusluk faaliyetinin kapsamına ve derinliğine göre deşifre olan kişinin haiz olduğu “bilgi sermayesi” kritik önem arz eder. Bu nedenledir ki, ele geçirilen esirin statüsüne ve profiline göre müzakere ve pazarlık sürecinin seyri ve niteliği tamamen değişebilir. Nitekim son yıllardaki esir takaslarına konu olan kişilerin, yüksek profil isimler olması, devletler için zamanla yarışılan hayati bir meseledir. Zira yüksek profil isimlerin konuşması, ulusal, bölgesel ve hatta küresel güvenliğe etki edebilecek güvenlik açıkları ve savunmasızlıklar yaratabilecektir. Dolayısıyla tutukluların sorgu altında hangi sırları nasıl ve ne kadar ifşa etmiş olabileceği göz önünde bulundurulur. Keza tutuklu/hükümlülerin, hangi suçları işlemekle itham edildiği, nasıl bir mahkumiyet öngörüldüğü ve ne kadar zamandır hapiste tutuldukları çok önemlidir. Zira uzun süren sorgulama ve yargılamaların yol açacağı potansiyel zarar, istihbarat teşkilatlarının zamana yenik düşen büyük bir maliyet üstlenmelerine neden olabilir. Bu yüzden hem operasyonel güvenlik hem devlet sırlarının korunması açısından esir takasının uzun yıllara yayılmaması zaruridir. Bu açıdan bakıldığında Putin’in Alman hapishanesinden tutuklu bulunan Vadim Krasikov’un serbest bırakılması için neden bu kadar ısrarcı olduğu anlaşılabilir. Madalyonun öbür yüzüne bakıldığında esir takası, alıkoyan ülkenin istihbari açıdan hangi kaygı ve endişeleri taşıdığının anlaşılması, sorgulama süreçleri, metodolojileri ve tekniklerinin öğrenilmesi açısından gelecekte yaşanabilecek olası deşifrelere ilişkin izlenecek “karşı istihbarat” stratejisi açısından çok kıymetlidir.
Üçüncüsü, esir takası aynı zamanda bir siyasi mesajdır. En başta esir takasının muhatabı olan hükümetlerin güç ve kararlılığının bir göstergesidir ve bu kararlılık diplomatik meziyete mazhardır. Öte yandan istihbarat diplomasisi çerçevesinde tutukluların ne zaman, ne şekilde ve kime karşılık bırakıldığı titizlikle tahlil edilmelidir. Dolayısıyla bir ülke sayıca daha fazla esirin serbest bırakılmasını sağlamaktan ziyade, karşılığında kimin verildiğine dikkat etmesi gerekir. Başka bir deyişle, son esir takasında niceliğe değil; suçluların profil, statü ve eylemine bakılmalıdır. Zira takas edilen kişiler vatansever haksız muamele mağduru olan siviller olabileceği gibi, kilit liderlerin suikastına imza atan dış/özel operasyoncular da olabilirler. Son olarak eskir takasında iletilen siyasi mesaj, ilgili devletler arasındaki mevcut gerilimi tırmandırmayı ve tansiyonu düşürmeyi amaçlayan uzatılmış bir zeytin dalı şeklinde de yorumlanabilir.
Esir takasında Türkiye’nin rol ve önemi
Son esir takası, Türkiye’nin girişimlerine mazhar olan ve aslında 7 ülkeyi kapsayan uzun soluklu ve titizlikle yürütülen müzakerelerin ardından gerçekleşmiştir. Türkiye’nin operasyona dair birçok marifeti ve meziyeti bulunmakla birlikte öncelik Türkiye’nin yükselen istihbarat diplomasisi gücüne verilmelidir. Her ne kadar Türkiye, ABD-Rusya arasında 2010 ve 2022 yıllarında gerçekleşen esir takası gibi muhtelif takaslara diplomatik ve operasyonel açıdan önceden katkı sağlamış olsa da, son operasyondaki rolü daha mühimdir. Zira 2022 yılında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı, bir nevi Yeni Soğuk Savaş Dönemi olup, oldukça çetin geçen bir Doğu-Batı mücadelesine konudur. Dolayısıyla Putin Rusyasına ait siyasi evreyi kapatmak için son derece yıkıcı ve tavizsiz bir savaş yürütülmesi hususunda böylesine ısrarcı olan Beyaz Saray ile Kremlin Yönetimi’ni buluşturmak ancak Türkiye gibi yüksek meziyete tabii bir ülke için mümkündür. Kaldı ki Türkiye, bu diplomasi trafiğini tahıl nakliyatından mayın temizliği hususuna kadar birçok mecrada başarı ile yürütüyor.
Dolayısıyla Ankara’nın ABD ve Rusya arasında yürüttüğü istihbarat diplomasisi her şeyden önce tarafların ikna olduğu bir “tarafsız ve insani arabulucu” statüsünden kaynaklıdır. Her ne kadar Türkiye, Batı ittifakında konumlanmayı tercih etmiş bir NATO müttefiki olsa da, Kremlin’in nazarında Ankara’nın pozisyonu, bölgesel ve uluslararası güvenliği sağlamayı önceleyen ilkeli bir duruştur. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası anlaşmazlıklarda genellikle tarafsız veya daha az önyargılı bir arabulucu algısına sahip olduğunu söylemek mümkündür. Bu da Türkiye’nin devletlerin varoluşsal çıkar ve güvenliklerinin omurgasını teşkil eden istihbarat mekanizmalarına daha kolayca entegre olmasına yol açıyor. Başka bir deyişle, Türkiye’nin uluslararası barış ve istikrarın tesisi ile insani kaygıları önceleyen ilkeli ve tarafsız duruşu; Rusya-Ukrayna Savaşı’nın devam ettiği bir esnada dahi iki hasım taraf arasında istihbarat diplomasisi icra edebilecek bir iletişim ve müzakere gücüne dönüşüyor.
Bunların haricinde Türkiye’nin esir takasındaki istihbarat diplomasisi rolünün, operasyonel yeteneklerinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Öncelikle Türkiye’nin jeostratejik konumu, en basitinden lojistik imkanlar itibarıyla operasyonun icrası için büyük bir nimettir. Ancak Türk istihbaratının operasyonel yeteneği jeostratejik konumundan ibaret olmayıp, sınırlar dahilinde ve haricinde altına imza attığı onlarca başarılı operasyonda elde edilen tecrübelerin birikimidir. Bu deneyimlerin her birisi, en sofistike operasyonların dahi başarıyla yönetilmesi için kazanılan imkan ve kabiliyetlerin toplamıdır. Dolayısıyla Türk istihbaratının operasyon tecrübesi, ABD ve diğer ülkeler için Türkiye’yi daha tercih edilir kılıyor. Kuşkusuz son 20 yılda Türkiye’nin muhtelif esir vakalarında elde ettiği deneyimler, sonraki takaslara referans teşkil ediyor ki, bu anlamda Ankara’nın ilerleyen yıllarda Rusya, Ukrayna yahut Orta Doğu ülkelerini ilgilendiren muhtemel esir takaslarında daha güçlü bir diplomatik nüfuzla etkin rol üstlenmesini sağlayabilecektir. Bu ve benzer faaliyetlerin Türk istihbaratının sadece operasyonel yeteneklerini değil, aynı zamanda stratejik istihbarat analizi yapma yeteneğini de güçlendireceği not düşülmelidir.
Doç. Dr. Merve Seren
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi