İsrail’in Filistinli halka yönelik kitlesel vahşet ve şiddet merkezli Gazze ablukası, dünya geneline yayılım göstererek “küresel bir abluka”ya dönüştü. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı Prof. Dr. Muharrem Kılıç, Batı’nın İsrail yanlısı hipokratik tavrını ve Filistin’i destekleyenlerin ifade özgürlüğünü nasıl abluka altına aldığını kaleme aldı.
İsrail’in Filistinli sivil halka yönelik savaş suçu teşkil eden eylemleri tüm şiddeti ve vahşetiyle devam ediyor. İsrail’in vahşeti devam ederken küresel ölçekte de ifade özgürlüğü noktasında “küresel bir cadı avına” tanıklık ediliyor. Global ölçekte iş dünyasından sanat dünyasına, bilim insanından öğrencisine, girişimcisinden gazetecisine varıncaya kadar insanlar açıklamaları ve protestoları nedeniyle işten çıkarma, sponsorluk sözleşmelerinin feshi ve konserlerin iptali gibi yaptırımlara maruz kalıyor. Bu süreçte, akademisyenler alanlarında çalışma yapma ve çalışmalarını yayımlama konularında kısıtlamalara tabi tutuluyor. Kısacası, İsrail’in Filistinli halka yönelik kitlesel vahşet ve şiddet merkezli Gazze ablukası, dünya geneline yayılım göstererek “küresel bir abluka”ya dönüşüyor.
Avrupa ve ABD’de kısıtlanan ifade özgürlüğü
Çoğunlukla ifade özgürlüğü ve demokrasi değerlerini sözde desteklediğini ifade eden ülkelerde Filistin halkıyla dayanışmayı dile getiren veya görüşlerini ifade edenlere yönelik tehditler ve misillemeler git gide artıyor. Avrupa genelinde Filistin aktivizmine yönelik benzeri görülmemiş bir baskıya tanıklık ediliyor. Hatta öyle ki, Filistin halkına verilen destekler giderek suç sayılıyor. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) çok sayıda kişi, İsrail’in Gazze’deki terör şiddeti karşısında saldırıları protesto etme, Filistinlileri destekleme veya artan İslamofobi eylemlerine karşı çıkma hakları da dahil olmak üzere ifade özgürlüklerinin baskı altına alındığı durumlara maruz kalıyor.
Avrupa ülkelerinin birçoğunda Filistin’e destek gösterilerinin farklı sözde gerekçelerle kısıtlanması ya da yasaklanması ifade özgürlüğü, örgütlenme ve toplanma özgürlüğüne ilişkin endişelere yol açıyor. İnşa edilen küresel ablukanın yarattığı “korku iklimi”, İsrail’in vahşetinin tüm dünyaya duyurulması noktasında bir sansür teşkil ediyor.
Medyaya ve akademiye küresel abluka
Medya ve insan hakları savunucuları, akademik camialar ve üniversiteler ABD genelinde ifade özgürlüğünün kısıtlandığını bildiriyor. Çatışma alanında yer almayan gazeteciler bile bilgi toplama ve yayma haklarını engelleyen sosyal medya ve kişisel bilgileri toplama kampanyalarının hedefi haline geliyor. Filistin Gazeteciler Sendikası son 1,5 ayda İsrail saldırılarında en az 89 Filistinli gazeteci ve medya çalışanının katledildiğine; bu sayının son 10 yılda dünyanın herhangi bir ülkesinde öldürülen yıllık gazeteci ve medya çalışanı sayısını aştığına dikkati çekiyor. ABD merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi ise Ekim 2023’ün “1992 yılından bu yana gazeteciler için en ölümcül ay” olduğunu ifade etti. Filistin Gazeteciler Sendikası ekim ayını “uluslararası gazetecilik tarihinin en kötü ayı” olarak nitelendirdi. Batı Şeria’daki en az bir Filistin medya kuruluşu İsrail yetkililerinin talimatıyla kapatılırken, bir başka yerel yayın kuruluşu da İsrailli yetkililer tarafından “terörist” ilan edildi. İsrail ayrıca Lübnan’daki bir televizyon kanalına da yayın yasağı getirdi.
İsrail ve İsrail’i destekleyen ülkelerin kültürel, ekonomik ve politik ablukası bu alanlarla sınırlı kalmadı. İsrail ve destekçileri üniversitelere de yoğun baskılar uyguladı ve uygulamaya devam ediyor. Duyarlı dünya yurttaşları olarak gençleri, öğrencileri ve akademisyenleri cezalandırma ve susturma çağrıları, evrensel insan hakları değerlerine ve özgür araştırma ruhuna vurulan ağır bir darbe olarak karşımıza çıkıyor. Zira evrensel insan hakları değerleri akademik özgürlüğün temelini teşkil eder. Akademinin temel değerlerine yönelik bu baskılayıcı ve kısıtlayıcı antiözgürlükçü pratikler, üniversitelerde düşünceyi tahrip ediyor.
Çıkara göre değişen söylemler
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yanı sıra Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi gibi çok sayıda Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmelerinin imzacı devletleri başta İngiltere, Fransa ve Almanya olmak üzere bütün Avrupa ülkeleri ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına alma yükümlülüğü altındadır. Zira İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı kaotik ortamından sonra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin temelini inşa edenler ifade özgürlüğünün Avrupa Konseyinin kurucu değerlerinden birisi olduğunu vurgulamıştı. Ancak bugün Batılı devletlerin hak ve özgürlükleri adalet temelinde değil çıkar temelinde yorumlayarak bireylerin temel hak ve özgürlüklerini kısıtladığı görülüyor. Öyle ki, eski İngiltere İçişleri Bakanı Suella Braverman’ın Filistin bayrağının veya Filistin’e özgü özgürlük sloganları atmanın “terörist eylemleri yüceltmek” amacıyla yapılması durumunda yasal olmayacağını açıklaması, ifade özgürlüğünün doğasının politik çıkarlar temelinde nasıl değiştirilebileceğini ortaya koyuyor.
Bu söylemsel ve eylemsel şiddet insan haklarının fikri temellerini ve değerler dizgesini dinamitleyen yıkıcı bir “küresel abluka”ya yol açıyor. Söz konusu sosyoekonomik, sosyokültürel ve politik “sömürgeci abluka” ayrımsız tüm dünya yurttaşları için derin bir güvencesizlik ve korku iklimi yaratıyor. Avrupa devletleri evrensel adalet idealitesi ve vicdanın tam karşısında durarak bir utanç tablosu sergiliyor. Aslında, Erich Maria Remarque’nin Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok adlı ünlü romanında da betimlendiği üzere; “Batı Cephesi” arkaik şiddet kültürünü besleyen, evrensel insan hakları değerlerini yadsıyan ve uluslararası insancıl hukuk normlarını görmezden gelen hipokratik bir tutum sergiliyor.
Ablukaya rağmen devam eden Filistin desteği
İnsan hakları adına bu utanç tablosunun yarattığı küresel umutsuzluk karşısında dünya yurttaşlarının Afrika’dan Asya’ya, Asya’dan Avrupa’ya ve Avrupa’dan Amerika’ya varıncaya kadar dile getirdikleri sözleri ve eylemli duruşları yeni bir insani umudun şafağını müjdeliyor. Tüm dünyada “Özgür Filistin” için global bir duyarlılığa ve vicdan çağrısına tanıklık ediyoruz. Bu vahşetin yarattığı bütün düşünsel ve eylemsel kuşatılmışlıklar karşısında varoluşsal bir direnç sergilemenin ağır sorumluluğu altındayız. Tüm dünyanın gözü önünde yaşanan derin insani krizin ortaya çıkardığı küresel trajediyi bertaraf etmek adına vicdani bir sorumluluğumuz var. Merhum mütefekkir Nurettin Topçu’ya referansla dünya uluslarının global vicdani direnci ve direnişi “küresel bir isyan ahlakı”nın imkanını var etmiştir.
Ne yazık ki, Batı cephesi çoğu kadın, çocuk ve yaşlı olmak üzere yaklaşık 19 bin sivilin katledilmesi karşısında sürdürdükleri utanç sessizliğini ve ölümcül duyarsızlığını ifade özgürlüğüne yönelik küresel ablukayla perdeliyor. Kuşkusuz bu küresel abluka, Gazze mezalimi karşısında vicdanın sesi olan bütün sanatçılara, bilim insanlarına, siyasetçilere, öğrencilere ve tüm sivil yurttaşlara yönelik söylemsel bir şiddet ve kültürel kuşatmaya dönüşüyor. Tam da bu noktada bir istisna devleti olarak İsrail’in kural haline getirdiği katliam karşısında tepkisini ortaya koyanların temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması kabul edilemez. Tüm bu onurlu ve asil insan hakları aktivizminin engellenmeye çalışılması, ifade özgürlüğünün baskılanarak yadsınmasına yol açıyor. Kuşkusuz ifade özgürlüğüne yönelik bu küresel baskılama ve abluka, Batı cephesinin hipokratik özgürlük politikasının açık bir göstergesidir.
Prof. Dr. Muharrem Kılıç
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı