İslamofobinin rutin hale geldiği bir dönemde yaşıyoruz. Mikro saldırılardan soykırıma, Gazze’den Gujarat’a, sokak haydutlarından milyarderlere, medya kuruluşlarından hükümetlere; Müslümanların hayatlarının bir önemi yok gibi görünüyor. Leeds Üniversitesinden Prof. Salman Sayyid, geçen haftalarda İngiltere’de yaşanan sokak hareketlerini ve Avrupa’da İslamofobinin nasıl yaygınlaştığını kaleme aldı.
Son günlerde İngiltere’nin birçok bölgesini kasıp kavuran İslamofobik pogrom sürpriz oldu. Fransa ve Avusturya’dan gelen Müslümanlar da dahil olmak üzere İngiltere, pek çok kişi için İslamofobik bir devletin müdahalesi olmaksızın toplulukların inançlarını yerine getirebildiği Müslüman dostu bir ülke, bir hoşgörü cenneti olarak görülüyordu.
Hiç kimse 17 yaşındaki bir “Müslüman mültecinin” üç genç kızı öldürdüğüne dair mesnetsiz bir söylentinin böylesi bir şiddeti tetikleyeceğini tahmin edemezdi. Oysa zanlı ne Müslüman ne de mülteciydi. İngiltere’de doğmuş bir Hristiyan’dı. Ancak fail bir Müslüman olsaydı dahi bu durum camilere saldırmayı, Müslüman dükkanlarını yağmalamayı, rastgele insanları dövmeyi ve Hz. Muhammed’e ve İslam’a hakaret eden sloganlar atmayı haklı çıkarır mıydı?
Pogroma ne sebep oldu?
Tüm ırkçılık türlerinin temel özelliklerinden biri, bir bireyin tüm bir topluluğu temsil ettiğinin düşünülmesidir. İslamofobi sadece Müslümanlığın algılanan ifadelerine yönelik şiddet eylemlerinde değil, aynı zamanda bu tür şiddeti düşünülebilir kılan koşullarda da mevcuttur. Yanlış bir söylenti pogromu tetiklemiş olabilir ancak pogromun asıl nedeni bu değildir.
Şu anda İslamofobinin rutin hale geldiği bir dönemde yaşıyoruz. Mikro saldırılardan soykırıma, Gazze’den Gujarat’a, sokak haydutlarından milyarderlere, medya kuruluşlarından hükümetlere; Müslümanların hayatının bir önemi yok gibi görünüyor. Kısacası, yalnızca İngiltere’deki bu İslamofobik pogroma odaklanırsak, bunu münferit bir olay olarak ele alma ve asıl nedenlerini arka plana atma riskiyle karşı karşıya kalırız.
İslamofobi, Müslümanlığı hedef alır çünkü Müslümanlar herhangi bir ulus-devletin sınırları içine hapsedilemez. Ayrıca Müslümanlar etnik milliyetçilikten kaçarlar ve bize ortak insanlığımızı hatırlatırlar. Çünkü Müslümanlar en iyi halleriyle ırkçılığın ötesinde bir halk hayal etme olasılığını temsil ederler. İster gayrimüslim ister Müslüman ülkelerde olsun İslamofobi ne zaman ortaya çıksa önce İslam’ı ulusallaştırmaya çalışır. İster Fransa ister Çin hükümetleri olsun isterse Türkiye’de Suriyeli mültecilerin zorla ülkelerine geri gönderilmesini talep eden başörtülü bir kadın olsun bu İslamofobidir ve küreseldir.
İngiltere’deki İslamofobik pogrom, Gazze’ye yönelik devam eden soykırım saldırısının tam ortasında gerçekleşiyor. İngiliz müesses nizamı 7 Ekim’den bu yana Filistin yanlısı, soykırım karşıtı protestoları “nefret yürüyüşleri” olarak nitelendirip antisemitik olmakla itham ederken, sömürgeci-ırkçı yerleşimci bir rejimin soykırımını desteklemeye ve İsrail’e askeri ve diplomatik destek sunmaya devam ediyor.
Aşırı sağcı haydutlar ve onların destekçileri Tel Aviv’in Filistinlilere ve Müslümanlara yönelik propagandasına desteklerini defalarca gösterdi. Yani Filistinlilerin insan olarak görülmemesi ve Filistin yanlısı aktivistlerin şeytanlaştırılması, geçen hafta İngiltere’de yaşanan ve dünyanın tanık olduğu İslamofobinin şiddetli bir şekilde sokağa yansımasının arka planını oluşturuyor.
Failler ve kolaylaştırıcılar
Bu tip pogromların faillerini tespit etmek kolaydır. Failler yakan, yağmalayan ve saldıran insanlardır. Ancak sadece pogromun faillerine odaklanarak ve bunu teşvik edenleri göz ardı ederek, Müslümanlar ve mülteciler için düşmanca bir ortamı teşvik eden üst düzey politikacılar ve kanaat önderleri arasındaki işbirliğini arka plana atmamak gerekiyor.
Örneğin bu pogromun ortasında, İngiltere’nin ana muhalefet partisinin lider adayı ve potansiyel olarak geleceğin başbakanı Robert Jenrick, bir röportajında “Allahu Ekber” diyen herhangi bir Müslüman’ın derhal tutuklanması gerektiğini söyledi.
Yeni İşçi Partisi hükümeti, Müslümanların en büyük temsil örgütü olan Britanya Müslüman Konseyiyle ilişki kurmayı reddetmeye devam ediyor. İşçi Partisi, İngiliz müesses nizamının büyük bir kısmı gibi antisemitizmin homoeopatik yani gözle görülemeyecek izlerini dahi tespit edebiliyor. Ancak camilere yönelik saldırıları, başörtülü kadınların taciz edilmesini ve Müslüman olarak algılananlara yönelik şiddeti açık bir şekilde İslamofobi olarak nitelendirmekte isteksiz davranıyor.
Ancak İslamofobi sadece bir kelime meselesi değildir; aynı zamanda bu olup bitenleri anlamlandırmamızı sağlayan bir kavramdır. İslamofobi kavramı olmadan Müslümanlara yönelik şiddet ve ihlalleri neyin tetiklediğini göremeyiz.
1980’lerin sonlarından bu yana giderek artan sayıda Avrupalı siyasetçi ve kanaat önderi, Avrupalı nüfusun hem demografik hem de kültürel olarak yabancılar tarafından değiştirildiğinin varsayıldığı ve Müslümanların tüm yabancıların en yabancısı olduğu Büyük Değişim komplosundan esinlenen yeni bir toplumsal sözleşmeyle Müslümanlar, göçmenler ve Marksistler arasında bir özdeşlik kurdu. Birbirini izleyen hükümetler, kanaat önderleri, medya kuruluşları ve sosyal medya fenomenleri tarafından on yıllarca tekrarlanan bu fikirler İngiltere’deki İslamofobik katliamı körükledi.
Filistin İslamofobi karşıtı direnişin de sembolü
İngiltere’deki İslamofobik pogromun en umut verici yanı, İslamofobinin halk hareketleri tarafından küçük düşürülmesiydi. İngiltere’de Müslümanlar, gayrimüslimler, beyaz olmayanlar, sol görüşlüler ve ırkçılığı reddedenler onlarca yıllık İslamofobik propagandaya rağmen sokaklara dökülerek aşırı sağcı saldırgan grupları sayıca geride bıraktı ve onların amigolarını susturdu.
Genellikle Filistin bayraklarının öne çıktığı bu karşı gösteriler İslamofobinin kaçınılmaz olmadığını ve yenilebileceğini gösterdi. Bu sayede, Filistin bayrağı sadece özgür Filistin’in değil aynı zamanda sömürgecilik, ırkçılık ve İslamofobi karşıtı direnişin de sembolü haline geldi.
Prof. Salman Sayyid
İngiltere’deki Leeds Üniversitesinde Sömürgecilik Sonrası Düşünce ve Retorik Kürsüsü’nde görev yapmaktadır.