Cumhurbaşkanı Reisi’nin hayatını kaybetmesinin İran’ın bölgesel politikaları, vekil güçlerle ilişki biçimi ve etkili oldukları Lübnan, Suriye, Yemen gibi sahalara etkisi hakkında yapılabilecek ilk değerlendirme devamlılığın esas olacağıdır. Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Levant Çalışmaları Koordinatörü Dr. Oytun Orhan, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ölümünün İran’ın bölgedeki vekil güçlerine etkisini kaleme aldı.
Geçtiğimiz hafta İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin helikopter kazasında hayatını kaybetmesi birçok tartışmayı gündeme getirdi. Bu tartışmalar genel olarak yaşanan olayın bir kaza mı yoksa bir sabotaj mı olduğu üzerine odaklanıyor. Aslında bu sorunun cevabı önemlidir. Zira, İran’ın atacağı adımlar ve nasıl tepki vereceği bu sorunun yanıtına bağlı olarak şekillenecek. İran’ın bu sorunun cevabına bağlı olarak atacağı adımlar ülkenin iç ve dış politikası bağlamında bazı sonuçlar doğuracaktır. Reisi sonrasına ilişkin tartışmalar, genelde cumhurbaşkanlığı görevini kimin üstleneceğine odaklansa da yanıtı aranan diğer bir soru yaşanan üzücü olayın İran’ın bölge politikası ve İran’ın vekil güçleriyle olan ilişkisine nasıl etki edeceğidir.
İran’ın vekil güç politikası bölgede nasıl başarılı oldu?
İran’ın Orta Doğu politikasında vekil güçler üzerinden tesis ettiği bölgesel nüfuzu ön plana çıkıyor. Orta Doğu’da bazı devlet otoritelerinin dış müdahaleler, iç savaşlar ya da yükselen terör tehditleri gibi nedenlerle erozyona uğraması ve özellikle güvenlik alanında yaşanan güç boşlukları İran’ın bölgede uyguladığı vekil güçlerle var olma politikasının sonuç üretmesini sağlıyor. İran bu boşlukları, kendi kurup desteklediği devlet dışı aktörlerle ideoloji ya da çıkar ortaklığı üzerine inşa ettiği ittifaklar üzerinden doldurmayı başardı. Bu yaklaşımın ilk ve en başarılı örneği Lübnan Hizbullah’ı oldu. Bunu Suriye’deki Şii milisler ve sonrasında Irak’taki Haşdi Şabi yapılanması takip etti. İran yönlendirmesine söz konusu örgütler kadar açık olmasa da Yemenli Husiler de İran’ın bölgesel vekil ağında kritik öneme sahip bir aktör olarak öne çıkmayı başardı.
Hizbullah Lübnan’da devletin ve ulusal ordunun etkisiz kaldığı bir ortamda ülkenin en etkili siyasi aktörü ve Lübnan ordusu dahil olmak üzere en güçlü güvenlik yapılanması haline geldi. Irak’ta ise terör örgütü DEAŞ ile mücadele döneminde oluşturulan Haşdi Şabi ciddi bir güç kazandı. Hatta Irak hükümeti Haşdi Şabi’yi kontrol altına alabilmek için Irak güvenlik yapılanması içinde hukuki bir statü tanıdı. Söz konusu silahlı grupların siyasi kanatları hala Irak Meclisi’nde güçlü bir temsile de sahip. Suriye’de ise İran destekli Şii milisler, iç savaşın Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed lehine ilerlemesi sürecinde kritik rol oynadı. Hali hazırda sahada çok güçlü olan bu yapılar kaçınılmaz olarak Suriye’nin geleceğinde önemli roller üstlenecekler.
İran’ın bölge politikasının temelinde silahlı gruplar aracılığıyla güvenlik sektörleri üzerinde sağlanan etki yatıyor. İran’ın bölgede siyasi, diplomatik ve ekonomik çıkarlarını koruma arayışı da bu askeri temel üzerine inşa ediliyor. Bu durum İran dış politika yapım sürecinde güvenlik kurumlarının rolünün öne çıkması sonucunu doğuruyor. Bu noktada, İran Devrim Muhafızları’nın dış operasyonlardan sorumlu birimi Kudüs Gücü somut olarak öne çıkan yapılanmadır. Bu durumun en çarpıcı örneğiyse İran eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in basına sızdırılan ses kayıtlarıydı. Zarif bu ses kayıtlarında “askeri kurum ve şahısların görevine müdahale ettiğini, diplomasinin askeri politikalara feda edildiğini, alınan birçok karardan kendisinin de haberi olmadığını” ifade ediyordu. İran dış politika yapım sürecine ilişkin daha çarpıcı ifadelerse Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney’den geldi. Hamaney açıklamasında “Dış siyaset İran Dışişleri Bakanlığı’nda belirlenmez, ülkenin üst organları tarafından belirlenir. Kudüs Gücü İran’ın Batı Asya’daki siyasetini gerçekleştiriyor.” ifadelerini kullandı.
Vekil güçler üzerine senaryolar
Bu tespitlerden yola çıkarak Cumhurbaşkanı Reisi’nin hayatını kaybetmesinin İran’ın bölgesel politikaları, vekil güçlerle ilişki biçimi ve vekil güçlerin etkili oldukları Lübnan, Suriye, Yemen gibi sahalara olası etkisi hakkında yapılabilecek ilk değerlendirme devamlılığın esas olacağı, etkinin en alt seviyede kalacağıdır. İran’ın bölgesel politikaları konusunda da jeopolitik etkinin neredeyse olmayacağını söylemek mümkündür. Ancak bu tespitlerin İran iç siyasetinde kritik bir değişim beklentisinin çok düşük olduğu değerlendirmesiyle birlikte dikkate alınması gerekiyor. Zira Reisi sonrası İran iç politikasına ilişkin beklenti Dini Lider Hamaney’in ve sistemin Cumhurbaşkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı görevleri için Reisi ve Emir Abdullahiyan örneğindeki gibi muhafazakar kanattan ve İran Devrim Muhafızları’na yakın isimlerden ”seçmesi” yönündedir.
Sistemin bu tercihleri İran iç siyasetinde bir meşruiyet sorunu doğuruyor. Bunun en açık göstergesi Reisi’nin kazandığı Cumhurbaşkanlığı seçimine katılım oranının yüzde 48’lerle devrimden bu yana en düşük seviyede kalmasıydı. Ancak yeni seçimlerde de muhtemelen meşruiyet sorunu göz ardı edilecek ve sistem açısından kritik öneme sahip olan Hamaney sonrası döneme hazırlık yapılacak. Bu bağlamda, İran’da yine muhafazakar bir isim cumhurbaşkanlığı görevini üstlenecektir. Bu durumun doğal sonucu da İran’ın vekil güçlerle mevcut ilişki biçiminin devamı, Kudüs Gücü’nün oynadığı rolün desteklenmesi ve bu yapıya alan açılması olacaktır. Buradan yola çıkarak İran’daki yeni dönemde vekil güçlerin İsrail ile rekabetin yürütülmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) bölgede baskı altına alınmaya ve mümkünse geri çekilmeye zorlanması, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölgesel rakiplerle ilişkisinde baskı araçları olarak kullanılmasına devam edileceği söylenebilir.
İran bir taraftan vekil güçlerini bölgedeki rakiplerle mücadelede kullanırken bir taraftan da bu aktörlerin ağır bir yıkıma maruz kalmasını engellemeye çalışıyor. İran bu doğrultuda vekil güçlerin belli sınırlar çerçevesinde kontrollü bir gerginlik siyaseti yürütmelerini tercih ediyor. Bu durum yeni dönemde de devam edecektir. Bu kapsamda, Lübnan Hizbullahı’nın İsrail ile sınır bölgesinde yürüttüğü kontrollü çatışma, Suriye’deki Şii milislerin ABD askeri varlığını baskılayan saldırıları ve Iraklı vekil güçlerin de ABD ve daha az yoğunlukta olmakla birlikte Türk varlığına dönük eylemleri devam edecektir. İran bu dolaylı saldırıların doğrudan kendisine dönük bir karşılığı ve bölgesel bir çatışmayı tetiklemeyecek çapta olmamasına dikkat edecektir. Aksi bir durum İran’ın bölgedeki vekil ağının da risk altına girmesini beraberinde getirebilir.
Düşük bir ihtimal olmakla birlikte Reisi sonrası İran’ın vekil güçlerle ilişkisine ilişkin ikinci senaryo ise İran Cumhurbaşkanlığını reformcu bir ismin kazanması olacaktır. İran’da halk protestolarında dile getirilen “Suriye’ye desteği bırakın ve halimize bakın” sloganları İran dış politikasına duyulan tepkinin bir yansımasıdır. Halkın bu tepkisinin Reformcu kanatta siyasi bir karşılığı bulunuyor. Reformcular, İran’ın vekil güçler üzerinden yürüttüğü bölge siyasetinin ülkeyi sürekli krize sürüklediğini, diplomasinin ön plana çıkarılması gerektiğini düşünüyor. Buna rağmen reformcu bir Cumhurbaşkanı ya da Zarif örneğinde olduğu gibi vekil güçler üzerinden yürütülen bölge siyasetine temkinli yaklaşan bir isim Dışişleri Bakanı olsa dahi, Hamaney’in açıkça ifade ettiği gibi İran dış politika yapım sürecinde söz konusu aktörlerin rolü sınırlıdır. Bu senaryoda, Reisi döneminde olduğu gibi Dini Lider ve diğer güçlü aktörlerle Cumhurbaşkanlığı makamı arasındaki uyum ortadan kalkabilir ve kurumlar arası rekabetle beraber iç siyasi krizler yaşanabilir. Ancak böyle bir durumda dahi İran’ın uzun yıllar neticesinde oluşturduğu vekil güç ağından vazgeçmesi söz konusu olmayacak ve mevcut ilişki biçimi korunacaktır.
Dr. Oytun Orhan
ORSAM Levant Çalışmaları Koordinatörü