Netanyahu’nun toplumsal-siyasal desteğinde düşüş olsa da 7 Ekim sonrasında aşırı sağ mevzi kazanmaya devam ediyor. Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Ferit Belder, 2024 yılında aşırı sağın İsrail siyasetinde nasıl bir seyir izleyeceğini kaleme aldı.
2023 yılında hükümetin “yargı düzenlemeleri” yoluyla Yüksek Mahkeme’nin (Bagatz) yetkilerinin sınırlandırılması için attığı adımlara karşı düzenlenen çok geniş kapsamlı Cumartesi Protestoları, İsrail’de iç siyaset gündemini aylarca meşgul etti. Bu durum 7 Ekim tarihinde gerçekleştirilen Hamas saldırısına kadar sürdü. 7 Ekim ile bambaşka bir “savaş” gündemi ortaya çıktı.
2024’e girilirken İsrail toplumu 7 Ekim’de öldürülen, yaralanan, kaçırılan İsrailli asker ve sivil yurttaşlar ekseninde ulusal güvenliğe dayalı kitlesel bir mobilizasyon hali içerisinde iken Gazze’de Filistinliler temel insani ihtiyaçlardan mahrum, yerinden edilmiş, topyekun bir hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Verilen kısa süreli “insani aralar” dışında devam eden çatışma durumunun Batı Şeria’daki yansıması ise radikal yerleşimci grupların Filistinlilere yönelik şiddet eylemlerini artırması oldu. İsrail’in aşırı sağcı “Ulusal Güvenlik Bakanı” Yahudi Gücü partisi lideri Itamar Ben-Gvir’in bireysel silahlanmayı kolaylaştıran önerileri ve yerleşimci şiddetini ulusal güvenlik anlayışıyla eşleştiren yerleşimci-milliyetçi ideolojik tutumu bu durumun önünü açıyor. Ben-Gvir liderliğinde temsil edilen bu görüşün yargı düzenlemeleri sürecinin de asli bir unsuru olduğu hatırda tutulduğunda 2023’te İsrail’de aşırı sağın etkinliğinin süreklilik kazandığı söylenebilir.
Merkezin zaptı: Yargı ile mücadele
İsrail’de aşırı sağı, Binyamin Netanyahu’dan bağımsız düşünmek pek mümkün değil. Uzun yıllar meşru formel siyasal zeminde kendisine yer bulamayan aşırı sağcı Kahanist hareketinin sistemin merkezine oturma süreci, Netanyahu’nun 2019’dan bu yana kendisinin de merkezde olduğu koalisyon krizlerine cevap üretmek amacıyla gerçekleştirdiği açılım siyaseti ile mümkün oldu. 2019-20 yılları arasında gerçekleştirilen 3 seçim, toplumsal-siyasal yarıklar üzerinde İsrail’de kemikleşmiş bloklar yarattı ve karşısındaki güçlü muhalefete karşın Netanyahu, merkez sağı domine etmeyi sürdürdü. Bu seçim üçlüsü sonucunda ne Netanyahu koalisyon kuracak 61 vekil desteğine ulaşabiliyordu ne de rakipleri Netanyahu’yu devirebiliyordu.
Bu krizi aşabilmek için Netanyahu, 2021’deki seçimler öncesi bir yönü aşırı sağcılara bir yönü ise Arap Ra’am partisine değen riskli bir oyunla “meşru koalisyon çemberi”nin dışındaki aktörler üzerinden hamle yaparak sistemi açmaya çalıştı. Özellikle Netanyahu’nun düşündüğü “Arap açılımı” Netanyahu karşıtı blok tarafından kendisine karşı kullanıldı. Muhalefet, Ra’am partisini Netanyahu karşıtı koalisyona girmeye ikna etti ve sistemdeki sıkışıklık bir Arap partisi ile aşılmış oldu. Bu şekilde Netanyahu muhalifleri iktidara geldi. Aşırı sağcılar ile Netanyahu arasındaki ortaklık ise muhalefette kaldıkları süre zarfında gelişerek “doğal bir hal” aldı. Netanyahu karşıtı koalisyon henüz kurulmadan önce Doğu Kudüs’teki Şeyh Cerrah Mahallesi)nde patlak veren ve önce Kudüs’ün tamamına, sonrasında ise Batı Şeria ve İsrail’in Arap-Yahudi şehirlerine sıçrayan şiddet olayları ile mevzi kazanan yerleşimci-milliyetçi Ben-Gvir’in yükselişi de bu döneme denk geliyor. 2022’de dağılan Netanyahu karşıtı koalisyon İsrail’i yeniden seçimlere götürürken, Netanyahu’nun geri dönüşü neredeyse kesinleşmişti. Ultra-Ortodoks partiler gibi geleneksel ortaklarına, düzen karşıtı aşırı sağcı ortakların da katılmasıyla İsrail tarihinin en aşırıcı koalisyonu kurulmuş oldu.
Bu yeni dönemde, Ben-Gvir liderliğindeki Kahanist hareketinin baskı altına alınmasının en önemli aracı olan Yüksek Mahkeme ana hedef haline getirildi.
Ben-Gvir ile Bezalel Smotrich ortaklığı seçim söylemlerini Yüksek Mahkeme karşıtlığı ile Batı Şeria ve Doğu Kudüs başta olmak üzere teritoryal egemenlik gösterisi üzerinden tanımlamıştı. Bu sebeple 2023 yılındaki yargı tartışmalarını, sadece Netanyahu’nun karşı karşıya kaldığı yolsuzluk davalarından kurtularak iktidarını devam ettirmek için yargı erkinin gücünü sınırlama girişimi olarak görmek, en başından beri eksik bir okumaydı.
Ülkenin krize girdiği anlarda Netanyahu’nun geri adım atma ve esnek hareket etme becerisini felce uğratan da bu ortakları oldu. Tarihsel olarak yargı kurumlarıyla sorunlu bir ilişki içerisinde olan ultra-Ortodoks partiler, yıllar içerisinde yargı kararları ve kurumlarıyla baş etmeyi ve birlikte yaşamayı öğrenmişlerdi. Bu sebeple düzen karşıtı aşırı sağ, yargıyla mücadeleyi koalisyonun devamlılığına endeksledi ve böylelikle merkez sağ (ve hatta ultra-Ortodoks) siyaset aşırı sağın kıskacında hareket etmeye başladı.
7 Ekim sonrası: Aşırı sağın geleceği
Yerleşimler üzerinden teritoryal düşlerini her fırsatta ortaya koyan ve koalisyonda elde ettiği “Ulusal Güvenlik Bakanı” pozisyonu ile bu düşleri gerçekleştirmeye çalışan Ben-Gvir’in, İsrail siyasetinin yerleşik bir parçası olma yolunda ilerlediği görülüyor. Ancak güvenlik söylemlerini siyasal pozisyonlarının merkezine alan aşırı sağ koalisyonunun, 7 Ekim’de İsrail’in karşı karşıya kaldığı en büyük şoklardan birini engelleyememiş olması, aşırı sağla merkez sağ arasında aşırı sağcılar lehine gelişen bağımlılık ilişkisine büyük bir darbe vurmuşa benziyor. 7 Ekim saldırıları üzerinden, en azından şu ana kadar belirli bir ulusal uzlaşı içeren bir anlatının ortaya çıkması ancak bu anlatının iktidar tarafından kullanılmaya hazır toplumsal bir hareketliliği henüz ortaya çıkarmaması, Netanyahu’ya rağmen merkez sağın yeniden tanımlanmasına olanak verecek gibi duruyor. Mevcut iktidar hem bu çapta bir saldırıyı engelleyememesi hem de Hamas tarafından kaçırılan İsraillileri geri getirme konusunda mutlak bir başarı sağlayamaması nedeniyle eleştiriliyor. Ancak bu eleştiriler İsrail Devleti’nin Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinlilere yönelik politikalarıyla pek ilişkilendirilmiyor. 2024’e girerken tarihsel- siyasal bağlam silikleşse de mevcut iktidara yönelik güvenlik politikaları eleştirisi ve Hamas karşıtlığı üzerinden “fiziksel güvenlik” odaklı tartışmaların devam edeceği öngörülebilir.
7 Ekim sonrasında, Netanyahu’nun aşırı sağcı radikal ortaklarına rağmen, 2020’de de ortaklık kurduğu Eski Genelkurmay Başkanı Benny Gantz’ın liderliğini yaptığı “Devletçi Kamp”ı koalisyona davet etmesi, Gantz ekseninde yeni bir merkez sağın inşa edilmesi ihtimalini ortaya çıkarıyor. Gantz’ın halihazırda muhalefeti de domine edebilecek şekilde merkeze yerleşme şansı, Ben-Gvir çizgisindeki aşırı sağın tekrar iktidar koalisyonunun dışına atılmasını beraberinde getirecektir. 2024’ün İsrail iç siyaseti açısından temel sorusu Netanyahu’ya yönelik azalan güven ve toplumsal desteğin ne ölçüde yeniden kurulabileceği ya da bu hoşnutsuzluğun güçlü bir kanal bulup bulamayacağıdır. 2023 yılı İsrail siyasetinin aşırı sağın kıskacına girdiği bir yıl olmuştu. Netanyahu krizi bağlamında, 2024 yılı bu kıskaçtan kısmen çıkılacağını ve merkez sağ-aşırı sağ ortaklığının sorgulanacağını düşündürüyor. Ancak formel siyasette beklenebilecek bu kıskaçtan kurtulma hali, aksi bir istikamette aşırı sağın “anomali” olmaktan da çıkıp “olağan” oluşuna tanıklık etmeyi beraberinde getirebilir. Çünkü bu çizgi meşru siyasal aktörlük olarak “rüştünü” ispat etmiş, mekan üzerindeki çatışmalardan beslenen (yerleşimci) dinamik bir ideolojik karşıtlıktır.
Bu sebeple Netanyahu’nun toplumsal-siyasal desteğinde düşüş olsa da 7 Ekim sonrasında aşırı sağ mevzi kazanmaya devam ediyor.
Dr. Ferit Belder
Marmara Üniversitesi Uluslararası Öğretim Üyesi