İran’ın saldırısında yakından incelenmesi gereken husus sadece yüksek oranda hava ve füze savunma başarısı değil, oldukça güçlü olduğu bilinen İsrail hava savunma sistemlerini aşan taarruz paketi ve verebildiği zayiattır.
Bağımsız savunma ve güvenlik araştırmaları analisti Sine Özkaraşahin, 13-14 Nisan’da İran’ın İsrail’e gerçekleştirdiği taarruzun siyasi ve askeri açıdan ne ifade ettiğini kaleme aldı.
13 Nisan’ı 14 Nisan’a bağlayan gece İran’ın İsrail’e gerçekleştirdiği yoğun dron ve füze taarruzunda kullanılan yüzlerce sistemden neredeyse tamamının imha edilmesi askeri açıdan elbette kritiktir. Nitekim İran, söz konusu taarruzda ilk önce Shahed kamikaze dronlar, sonrasında ise Emad, Kadir ve Kheibar Sekan gibi orta menzilli balistik füzeler ve Paveh seyir füzeleri de içeren bir karma taarruz paketi [1] ile İsrail’i hedef aldı. Burada 2 başarı büyük rol oynadı. Bunlardan ilki Tel Aviv’in Arrow ailesi hava savunma sistemlerinin ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Donanması’nın SM-3 hava savunma füzelerinin performansıdır. İkincisi ise İngiltere, Ürdün ve ABD’ye ait savaş uçaklarının İsrail hava sahası dışında kısa menzilli hava-hava füzeleri ile Shahed dronlarını avlamalarıdır.
Ancak unutmamak gerekir ki İran taarruzu hava-füze savunma segmentinin yanı sıra, pek çok diğer segmentte de göz ardı edilmemesi gereken kritik dersler sunuyor.
İran’ın taarruzu siyasi ve askeri açıdan neden kritik?
Taarruzun siyasi anlamı birinci kritik husustur. Tahran’ın envanterindeki en üst düzey füzelerin bilinçli olarak kullanılmadığı bu taarruz İran manşetlerinde de bir cezalandırma operasyonu yani bir mesaj niteliği taşıyordu. Taarruzun amacı İsrail’de büyük çaplı bir hasara sebep olmaktan ziyade ağırlıklı olarak ABD’nin bölgedeki caydırıcılığını test etme ve Tahran’ın kendi topraklarından İsrail’e saldırabilme kabiliyetini ortaya koymaktı. 20 sene önceki Orta Doğu’da böyle bir şey düşünülemezdi. Dolayısıyla burada taarruzun temel başarı indikatörlerini doğru analiz etmek gerekiyor. Ve bu indikatörler askeri anlamlardan daha çok siyasi anlamlar taşıyor.
İkinci kritik husus ise İran’ın füze ve silahlı insansız hava aracı (SİHA) harekat konseptlerinin literatürde “offense dominant” yani taarruz dominant bir karaktere sahip olmasıdır. Bu durum bir örnek ile basitleştirilebilir. Üzerinizde kurşun geçirmez bir yelek olduğunu düşünün. Bu yelek, düşmanınızın size attığı 5 mermiden 4’ünü tutuyor. Dolayısıyla matematiksel anlamda bakıldığında yeleğin koruma gücü oldukça başarılı. Ancak düşmanın attığı son kurşun yelekten geçiyor ve sizi öldürüyor. İran’ın füze ve SİHA taarruz konseptleri de bu anlayışa dayanıyor.
Bu konseptler özellikle Husilerin Yemen’den Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) yönelik taarruzlarında birkaç yıl önce denendi. İran’ın saldırısında yakından incelenmesi gereken husus sadece yüksek oranda hava ve füze savunma başarısı değil, oldukça güçlü olduğu bilinen İsrail hava savunma sistemlerini aşan taarruz paketi ve verebildiği zayiattır. Nitekim Ukrayna’da halihazırda görece düşük oranda başarıya sahip ve yaklaşık 40-50 kilogramlık bir harp başlığına sahip İran Shahed-136’ların ülkeye, kritik ulusal altyapıya ve sivillere verebildiği zararın boyutunu hemen her hafta başkent Kiev dahil olmak üzere önemli Ukrayna şehirlerinde sürekli gözlemliyoruz.
Ancak bu sistemlerin nereye düştükleri ve hangi kritik ulusal altyapıyı ve askeri tesisi vurabildikleri de kritik. Burada ISTAR, yani istihbarat, gözetleme, hedef tespiti ve keşif kabiliyetleri kritik rol oynuyor. Elimizdeki açık kaynaklı istihbarat verilerine göre Tahran hala bu konuda Batı’ya kıyasla oldukça geride. Ancak unutulmaması gereken bir gerçek geçtiğimiz günlerdeki taarruzun İran’a önemli bir test ve öğrenme ortamı sağlamasıdır.
Yaptırımlar İran’ı durduramıyor
Savunma ekonomisi perspektifi konunun bir diğer önemli boyutudur. ABD, İsrail ve İngiltere’nin İran’ın saatler öncesinde emarelerini ortaya koyduğu bir taarruza karşı bir koruma kalkanı sağlayabilmesi pek çok farklı platformu içeren ve toplam 1,2 milyar [2] ABD dolarını geçen bir masrafa mal oldu. Öte yandan Tahran’ın kullandığı kamikaze dronların ve füzelerin maliyeti ise Batı hava savunma sistemlerine kıyasla çok daha ucuz. Dolayısıyla burada İran’ın savunma ekonomisi açısından da önemli bir asimetrik avantajı var.
Yine savunma ekonomisiyle bağlantılı bir husus olarak yaptırımların verimliliğine bakmamız gerekiyor. Nitekim on yıllardır yaptırım altında olan İran’ın bir taraftan Rusya’nın Ukrayna’ya saldırılarını desteklerken, diğer yandan kendi topraklarından İsrail’e saldırabildiğini gördük. Yaptırımlara karşı geliştirilen bu bağışıklık ABD’nin hala önüne geçemediği çok ciddi bir tehdit. İran, savunma sanayisindeki çabalarını sürdürülebilmek için kendisine çok detaylı ve derin bir alt sistem tedarik ağı da kurdu. Halihazırda İran askeri sistemlerinin çok büyük bir oranında Batı menşeili parçalar bulunuyor ve bu alt sistemlerin hemen hepsi sadece askeri değil. Ukrayna kaynaklarına göre bazı Shahed-136’larda kullanılanparçaların [3] yüzde 70’inden fazlası ABD şirketleri tarafından üretiliyor. Burada paravan şirketler ve son kullanıcı bildirimlerine dair sahtecilik üzerinden yürüyen uluslararası çapta bir kaçakçılık ağı var.
Tabii bu çerçevede söz konusu tedarik zincirinin maliyeti de önem taşıyor. Kendisine Rusya’ya Ukrayna taarruzunda kullanılmak üzere temin ettiği dronlar ile oldukça kazançlı bir gelir modeli oluşturan Tahran’ın bu çabaları finanse etmesi de çok zor değil. Nitekim açık kaynaklı istihbarat verileri, Moskova’nın nispeten uygun birim üretim maliyetlerine sahip İran kamikaze dronları için yüklü meblağlar[4] ödediğini gösteriyor.
Bu nedenle, 13-14 Nisan taarruzunu değerlendirirken Türkiye’de sadece hava savunma başarısı üzerinden ilerleyen tartışmanın ötesine bakabilmemiz gerekiyor. Zira, taarruz eden tarafın konseptleri ve savunma endüstriyel modeline ilişkin çok ciddi çıkarımlar var. Uzun vadede ABD’nin İran’ın nükleer programını, füze ve dron programlarını sekteye uğratabilmesi ve Batı’nın caydırıcılığını yeniden canlandırması gerekiyor. Öte yandan mevcut ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin İran siyaseti, eski ABD Başkanı Barack Obama döneminin mirasını kapsayacak sertlikte değil. ABD İran siyasetini sertleştirmediği sürece yeni taarruzların önüne geçilebileceğinin garantisi yok. Sonuç olarak, İran’ın bu saldırısında İsrail taktik angajmanın galibi olabilir, ancak saldırıdan elde edilen siyasi ve büyük stratejik kazanımlar İran’a ait.
Sine Özkaraşahin
Bağımsız savunma ve güvenlik araştırmaları analistidir. Lisans eğitimini Leiden Üniversitesi’nde, yüksek lisans eğitimini ise Sciences Po Paris Orta Doğu İlişkileri ve Kalkınma üzerine tamamlayan Özkaraşahin’in araştırmaları, savunma teknolojileri, geleceğin harp ve harekat ortamı ve savunma ekonomisi üzerine yoğunlaşmaktadır.