“Orta Doğu Ahengi”: Bölge İçin Ne Planlanıyor?

”Ortadoğu Ahengi” olarak adlandırılan yeni bölgesel düzenin amacı, bölgedeki kaynakların kontrolünü Batı ile uyumlu ilişkiler geliştiren azınlık yapıların eline bırakmaktır. Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Doç. Dr. Necmettin Acar, Orta Doğu üzerine yapılan Batı merkezli planları ve kurulmak istenen yeni düzenle ne amaçlandığını kaleme aldı.

2010 yılı itibarıyla Orta Doğu, yeni bir jeopolitik düzen arayışının şekillendirdiği kapsamlı bir dönüşüm sürecine girdi. Bu arayışın temelinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) aşınan gücü, Asya’daki güçlerin yükselişi, İran, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi bölgesel aktörlerin stratejik adımları yer alıyordu. Irak’ın işgalle bölünmesi, Mısır ve Suriye’nin kitlesel protestolar ve iç savaşlarla zayıflaması, Libya, Yemen ve Sudan gibi ülkelerde devlet yapılarının çökmesi, bölgede geniş çaplı güç ve güvenlik boşlukları yarattı. Bu boşluklar, İran, Suudi Arabistan ve Türkiye arasında jeopolitik dizayn arayışını derinleştirdi.

Bu yeni düzen arayışı, 1815 Viyana Kongresi’yle tesis edilen yapıya atıfla “Ortadoğu Ahengi” olarak adlandırılabilir. Orta Doğu’da bugün inşa edilmek istenen düzen ile 1815’te Avrupa’da oluşturulan düzen arasındaki belirgin benzerlikler, bu isimlendirmeyi anlamlı kılıyor. Revizyonist iddialar taşıyan Napolyon Savaşları’nın ardından bozulan statükonun yeniden tesis edilmesi ve Avrupa’nın merkezine istikrar getirilmesi, Viyana Kongresi’nin temel hedeflerindendi. Dönemin statükocu güçleri olan İngiltere, Rusya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, bu yeni düzeni “Avrupa Ahengi” olarak tanımladı.

Arap Baharı süreciyle zayıflayan Sykes-Picot düzeninin yerini alacak yeni bir yapının inşası, bugün Orta Doğu’nun en önemli gündem konusudur. “Ortadoğu Ahengi” kavramı, bölgede İsrail ve ABD’ye tehdit oluşturamayacak kadar zayıf, ancak Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler tarafından kontrol edilemeyecek kadar güçlü bir devletler sistemi kurulmasını ifade etmektedir. Bu düzen, İsrail’in güvenliğini sağlamlaştırarak ABD’nin jeopolitik hedeflerine hizmet ederken, diğer yandan bölgesel aktörlerin güçlerini artırıp liderlik pozisyonuna yükselmesini engellemeyi hedefliyor.

Orta Doğu’da yeni düzen arayışları

2000’li yılların başlarından itibaren Orta Doğu’da yeni bir düzen arayışının şekillenmeye başladığına tanık olduk. Bu arayışın temelinde, Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan bölgesel düzenin, ABD’nin azalan gücü ve Çin ile Rusya gibi revizyonist aktörlerin küresel siyasette yükselmesi, ayrıca Türkiye, İran ve Suudi Arabistan’ın bölgesel etkilerini artırması karşısında işlevsiz hale gelmesi yatıyordu. Geleneksel Orta Doğu düzeni petrole sınırsız erişim, İsrail’in güvenliğinin garanti altına alınması ve Batı karşıtı devrimci ideolojilere karşı mücadelede bölgenin teopolitik, jeopolitik ve jeoekonomik kaynaklarının Batılı güçlerce serbestçe kullanılmasını esas alıyordu.

Aslında, Birinci Dünya Savaşı sonrası Batılı aktörlerin öncülüğünde kurulan geleneksel Orta Doğu düzenine yönelik ilk meydan okumalar, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından ortaya çıktı. Bu meydan okumaların ilki, Sosyalist Arap Milliyetçiliği ekseninde Batılıların bölgede uyguladığı emperyal politikalara karşı, Mısır’da gerçekleşti. 1952 yılında Cemal Abdünnasır liderliğindeki genç subaylar, Hür Subaylar darbesiyle Mısır’da yüz yılı aşkın süredir devam eden Batı nüfuzunu sarsmayı başardılar. Darbenin ardından Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi, Mısır’ı Batı hegemonyasına karşı güçlü bir direniş hareketinin odağı haline getirdi. Nasır’ın Cezayir Bağımsızlık Savaşı ve Yemen iç savaşına verdiği destek, Irak, Yemen, Suriye, Sudan ve Libya’daki genç subayların ilham kaynağı oldu ve bu ülkelerde gerçekleşen askeri darbeleri teşvik etti. Bu süreç, çeyrek asır boyunca Batılı güçler için geleneksel Orta Doğu düzenini istikrarsızlaştıran önemli bir baş ağrısı haline geldi. Aynı dönemde İran’da Muhammed Musaddık’ın İran petrol kaynaklarını millileştirmesi ve 1979’da gerçekleşen İran İslam devrimi de önemli bir meydan okuma olarak kaydedilebilir.

Bu dönemde Batı lehine oluşturulan statükoya yönelik meydan okumaları engellemek amacıyla iki temel politika geliştirildi. İlki, 1970’lerde yaşanan petrol ambargosu sonrası bölgesel düzenin yeniden kurulmasıydı. Bu süreçte, revizyonist aktörlerin gücü zayıflatılırken statükocu aktörler desteklendi. Ambargo sonrasında, Orta Doğu’nun ağırlık merkezi Suriye ve Mısır gibi revizyonist ülkelerden Dubai ve Riyad gibi statükocu merkezlere kaydırılarak bölgesel denge yeniden düzenlendi.

İkinci politika, Carter Doktrini ile Körfez bölgesinin ABD’nin hayati çıkar alanı olarak tanımlanması ve bölgede uzun vadeli Amerikan askeri varlığının başlamasıydı. 2000’li yılların başlarında Irak ve Afganistan’ın işgalleriyle, bölgesel düzene meydan okuma potansiyeline sahip aktörler zayıflatılarak güç denkleminin dışına itildi ve benzer eğilimler taşıyan aktörlere gözdağı verildi. Böylece, Soğuk Savaş sonrası dönemde Batı’nın bölgedeki nüfuzu zirveye ulaştı ve askeri yığınaklarla statükocu aktörler yeniden desteklendi. Her iki politika da temel olarak, Batı’ya meydan okuyabilecek devletleri hedef almayı amaçlıyordu.

Kaynakların kontrolü üzerinden bölgesel statükoyu koruma politikası

2010’lu yıllarda, Batı lehine tanımlanan bölgesel statükoya yönelik yeni bir meydan okuma yükseldi. Bu kez meydan okuyucular, devletler ya da karizmatik liderler değil, bizzat Orta Doğu halklarıydı. Arap sokaklarında yankılanan politik değişim taleplerinin ilk hedefi, bölgede Batı’nın çıkarlarına hizmet eden rejimler olsa da, esas amaç Batı lehine işleyen bölgesel düzenin köklü bir şekilde değiştirilmesiydi.

Bu dönemde, Batılı güçler ve bölgesel statükonun koruyucusu konumundaki aktörler, Arap Baharı sürecinde yükselen toplumsal değişim taleplerini bastırmak için yoğun bir çaba gösterdi. Mısır’da demokratik dönüşüm engellendi, Libya, Yemen ve Suriye gibi ülkelerde ise değişim talepleri, çeşitli müdahalelerle iç savaşlara dönüştürüldü. Ancak aralık ayı başında Suriye’deki Esad rejiminin beklenmedik çöküşü, Arap sokaklarında değişim taleplerinin hala güçlü bir şekilde varlığını koruduğunu ortaya koydu.

Yeni dönemde, Batı lehine tanımlanan bölgesel statükoya yönelik meydan okumaları engellemek için yeni bir strateji devreye alındı, kaynakların dağılımına müdahale. “Ortadoğu Ahengi” olarak adlandırılan bu yeni bölgesel düzenin amacı, bölgedeki kaynakların kontrolünü Batı ile uyumlu ilişkiler geliştiren azınlık yapıların eline bırakmaktır. Bu yaklaşım, bölge halklarının değişim iradesini zayıflatmayı ve toplumsal dönüşüm taleplerini etkisiz hale getirmeyi amaçlıyor.

Sudan’ın bölünmesi sonrası zengin petrol yataklarının Güney Sudan’a bırakılması, Irak’ta kurulan yeni düzende ülkenin petrol kaynaklarının kuzeydeki Kürt bölgesinin denetimine verilmesi, Libya’nın petrol rezervlerinin Halife Hafter’in kontrolüne geçmesi, Mısır’ın Nil suları üzerindeki kullanım haklarının kısıtlanması ve Suriye’nin petrol ve su kaynaklarının terör örgütü YPG’nin denetimine bırakılması, kaynakların kontrolü üzerinden inşa edilmeye çalışılan yeni bölgesel düzenin belirgin örnekleridir. Batı merkezli kurulmak istenen bu yeni düzenin temel amacı, bölge halklarının ekonomik pastadan aldıkları payları azaltarak direnme iradesini zayıflatmak ve kendi kendine yeten, bağımsız politik sistemlerin oluşumunu engellemektir.​​​​​​​

Doç. Dr. Necmettin Acar

Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanıdır.

Son Yazılar