Almanya’nın Rusya’ya karşı mücadelede Avrupa’ya liderlik yapmasının orta ve uzun vadede bu ülkeyi askeri ve siyasi alanda da daha etkin bir aktör haline getirmesi ihtimal dahilinde. Prof. Dr. Kemal İnat, Almanya’nın Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Ukrayna’ya silah desteği sağlama yönündeki kararının, ülkenin dünya politikasındaki yerini ve iç dinamiklerini nasıl etkilediğini 3 soruda kaleme aldı.
Almanya jeostratejik duruşunu değiştiriyor mu?
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın 1. yılı geride kalırken, bu savaşın uluslararası siyasal sisteme etkileri konusunda yapılan analizlerde gündeme gelen konulardan biri de Almanya’nın savaştan nasıl etkilendiği meselesidir. Almanya’nın dünyanın en büyük 4. ekonomisi olduğu da dikkate alındığında, kararlarıyla Avrupa Birliği başta olmak üzere küresel siyasal ve ekonomik sistemi etkileyecek kapasiteye sahip olduğu da söylenebilir.
Rusya-Ukrayna Savaşı’yla birlikte Almanya’nın dış politikasında iki önemli değişikliğin yaşandığı söylenebilir. İlk olarak, Berlin’in uzun süredir Moskova karşısında uyguladığı denge politikasının sona erdiği ve Almanya’nın açık bir şekilde Rusya karşısında Amerika Birleşik Devletleri’nin arkasında ve Ukrayna’nın yanında pozisyon aldığı görülüyor. En son Alman Leopard 2 tanklarının Ukrayna’ya gönderilmesi kararı Berlin’in Ukrayna’ya destek konusunda geldiği noktayı gösteriyor. Uzun tartışmaların ardından Almanya’nın hem başka ülkelere sattığı tankların Ukrayna’ya teslim edilmesine izin vermesi hem de kendisinin doğrudan bu tanklardan Ukrayna’ya vereceğini açıklaması önemli dönüm noktalarından biridir. Savaşın başından itibaren Rusya ile çatışmanın doğrudan tarafı olmaktan kaçınan, Ukrayna’ya askeri yardım ve Rusya’ya yaptırımlar konusunda hep yavaş davranmakla eleştirilen Almanya, bu kararla birlikte Batı’nın Rusya’ya karşı yürüttüğü savaşın öncü ülkelerinden biri olmuştur.
İkinci olarak, savaş süresince Rusya’nın Ukrayna’ya karşı saldırıları karşısında, Berlin’in askeri harcamalarını ciddi şekilde artırıp güçlü bir ordu kurma kararı alması da, gerek Almanya gerekse küresel sistem açısından önemli sonuçları olabilecek bir politika değişikliğidir. Almanya, özellikle Nazi Almanya’sının İkinci Dünya Savaşı’nda oynadığı olumsuz rolün ardından ekonomik kapasitesini geliştirmeye odaklanmış ve güvenlik konularında ABD’nin peşine takılmayı tercih ederek askeri harcamalarını düşük tutmuştu. Askeri harcamalarını gayri safi milli hasılasında yüzde 2’nin üzerine çıkaracak olması Almanya’yı dünyanın en fazla askeri harcama yapan üçüncü ülkesi konumuna getirecektir.
Almanya’ya yeni bir rol mü yükleniyor?
Rusya konusunda denge politikasını terk eden ve dünyanın en büyük askeri güçlerinden biri olmaya karar veren Almanya’nın önce Avrupa’da sonra da dünyanın genelinde yeni bir rol üstlendiğini ileri sürmek mümkündür. Bu rolün ABD, Avrupa ve dünyanın geri kalan ülkeleri açısından farklı anlamlar taşıdığı söylenebilir. Öncelikle ABD açısından bakılırsa, Almanya’nın askeri harcamalarını artırıp Kuzey Atlantik İttifakı’nın (NATO) askeri gücüne daha fazla katkıda bulunması gerektiği nerdeyse bütün Amerikan başkanları tarafından sürekli dile getirilen bir talepti. Bu talebi en keskin bir şekilde dile getiren Donald Trump, “Almanya, Rusya’ya her yıl enerji için milyarlarca dolar ödüyor ve bizim onları Rusya’dan korumamız bekleniyor. Bu nasıl bir şey. Ayrıca Almanya NATO’ya karşı yükümlülüğü olan yüzde 2 askeri harcama konusunda çok ihmalkar.” [1] diyerek bu ülkedeki Amerikan askerlerinin bir kısmının geri çekileceğini açıklamıştı.
Biden’ın başkan olmasıyla birlikte Almanya-ABD ilişkileri yeniden normalleşti ama ABD’nin askeri harcamalarını artırması ve Rusya’ya karşı daha sert politika izlemesi konusunda Berlin’e yönelik talepleri devam etti. Almanya, uzun süre bu taleplere rağmen askeri harcamalarını artırmadı ve Rusya’ya yönelik denge politikasını sürdürdü. Ancak Rusya’nın savaş süresince Ukrayna’ya karşı gerçekleştirdiği saldırılar, Alman hükümetinin Moskova’ya karşı politikasını değiştirdi. Şimdi gerek ABD’nin gerekse Avrupa Birliği’nin Doğu Avrupalı üyeleri, Almanya’nın Rusya’ya karşı mücadelede liderlik rolü üstlenmesini bekliyorlar. Ancak Almanya içinde böyle bir rolün üstlenilip üstlenilmemesi konusunda ciddi bir tartışma var. Avrupa’nın en büyük ekonomik gücünün böyle bir rolü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğunu ileri sürenler kadar, askeri kapasitesi yeterli olmayan Almanya’nın Rusya’yla doğrudan çatışmaya sürüklenmekten imtina etmesi gerektiğini söyleyenler de mevcut.
Diğer taraftan Almanya’nın Rusya’ya karşı mücadelede Avrupa’ya liderlik yapmasının orta ve uzun vadede bu ülkeyi askeri ve siyasi alanda da daha etkin bir aktör haline getirmesi de ihtimal dahilinde. Askeri kapasitesini artıran Almanya’nın ABD karşısında daha bağımsız bir politikaya yönelmesi ve AB’yi de bu yönde harekete geçirerek NATO’dan bağımsız, Avrupa’ya özgü bir güvenlik mimarisi oluşturulması konusunda daha belirgin adımlar atmaya teşvik etmesi söz konusu olabilir. Bunun Avrupa içerisindeki Avrupacı-Atlantikçi rekabetini de yeni bir boyuta taşıması gündeme gelecektir.
Almanya’nın iç dinamikleri nasıl etkilenir?
Rusya-Ukrayna Savaşı ve bu çerçevede yaşanan tartışmaların Almanya’daki üçlü koalisyon hükümetini ciddi şekilde sarstığı görülüyor. Koalisyonun küçük ortakları Yeşiller ile Hür Demokrat Parti (FDP), Rusya’ya karşı yaptırımlar ve Ukrayna’ya askeri yardım konusunda ABD’ye benzer bir çizgide hareket edip Rusya karşısında daha sert politika izlemesi konusunda büyük ortakları Sosyal Demokrat Parti’ye (SPD) baskı yapıyor. SPD’li Şansölye Olaf Scholz, ülkesinin Rusya’ya karşı mücadelede liderlik rolünden kaçınması gerektiğini söylerken Yeşiller partisine mensup Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, “Rusya’ya karşı savaş” yürüttüklerini söyleyecek kadar ileri gidebiliyor. Benzer şekilde FDP içerisinde de “savaş çığırtkanlığı” yapmakla suçlanacak kadar ileri giden siyasetçiler var.
Koalisyonun küçük ortaklarının Çin-ABD rekabetinde de ABD’nin çizgisinde hareket edilmesi konusunda Şansölye Scholz’a baskı yaptıkları düşünüldüğünde, dış politikadaki ayrışmanın Almanya’daki koalisyon hükümetinin geleceği açısından ciddi bir risk içerdiği söylenebilir. Şimdiye kadar Scholz’un bir süre ayak diredikten sonra Yeşiller ve FDP’den gelen baskılara boyun eğdiği ve özellikle Rusya konusunda ABD çizgisine uygun hareket ettiği görülüyor. Ancak geleneksel Alman dış politikasından bu kopuşun sonuçlarının ne olacağını sadece Almanya ve Batılı müttefiklerinin tavırları belirlemeyecek kuşkusuz. Bundan sonraki süreçte Rusya ve Çin’in Batı’yla mücadelede tutumlarının ne olacağı ve gerginliğin ne kadar tırmanacağı da Alman iç siyasetinde kartların yeniden karılması sonucunu doğurabilir.
Prof. Dr. Kemal İnat
Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi