İran’ın, Türkiye’nin Irak’taki kapsamlı operasyonlarını mercek altına alacağını ve örgütle olan ilişkilerinde bazı ince ayarlamalara gideceğini söyleyebiliriz. Milli İstihbarat Akademisi Dr. Öğretim Üyesi Hakkı Uygur, Türkiye-Irak arasında gelişen ilişkilere İran’ın bakışını ve İsrail’in 1 Nisan saldırısından sonra bölgede artan gerilimi kaleme aldı.
Hamas’ın başını çektiği Filistinli direniş grupları tarafından 7 Ekim 2023’te düzenlenen Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardından meydana gelen çatışmalar 10 yılı aşkın süredir ayaklanmalar, iç savaşlar ve darbe girişimleri sarmalı içinde bulunan Orta Doğu’da kaos ortamını şiddetlendirdi. Türkiye açısından bu dönemin temel tehdit parametresi terör örgütü PKK’nın özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) desteğiyle Suriye’nin kuzeydoğu bölgesinde devletleşme sürecine girmesi oldu.
Türkiye, ABD faktörü nedeniyle bu bölgeye kapsamlı bir askeri müdahalede bulunamazken örgütün diğer bir yerleşim alanı olan Irak topraklarındaki askeri operasyonlarını nitelik ve nicelik olarak artırdı. Irak sınırları içinde gittikçe artan sayıda askeri üs kuran Ankara diğer yandan geliştirdiği silahlı insansız hava araçlarıyla (SİHA) özellikle örgütün elebaşlarını hedef almayı sürdürdü.
Bununla beraber bölgedeki kaos Rusya’nın Ukrayna’ya saldırılarıyla başlayan ve giderek derinleşen kıtasal çatışma ortamıyla birleştiğinde Türkiye’nin terörle mücadelede yeni bir aşamaya geçmesi zorunluluk haline geldi. Ankara bu doğrultuda bir yandan Bağdat hükümeti ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’yle (IKBY) diplomatik ve güvenlik müzakerelerini yoğunlaştırırken diğer yandan Suriye cephesinde ABD’nin çekilme olasılığının artmasıyla birlikte Washington’la diplomatik angajmanını geliştirmeye başladı. Nitekim 2024 yılı itibarıyla iki ülke arasındaki diplomatik temasların 15 Temmuz darbe girişiminden sonra benzersiz ölçüde arttığı görülüyor. Bu müzakerelerin son ayağı olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 9 Mayıs’ta ABD’yi ziyaret etmesi ve ABD Başkanı Joe Biden ile güvenlik ve ekonomiye dair konuların öne çıktığı geniş bir gündemi değerlendirmesi bekleniyor.
İran ve terör örgütü PKK ilişkileri
İran’ın PKK’nın alan kazandığı ve kökleşmeye çalıştığı Irak ve Suriye üzerindeki nüfuzu ve dolaylı askeri varlığı göz önüne alındığında Türkiye-Irak arasındaki muhtemel girişimleri Tahran’ın nasıl algılayacağı ve ne tür bir cevap vereceği özel önem taşıyor. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları gibi farklı aktörler Irak’taki muhataplarıyla müteaddit görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmeler kapsamında Türkiye’nin antiterör operasyonlarının ülkedeki bütün siyasi hatta milis gruplarla müzakere edildiği, bu gruplardan Ankara’nın güvenlik endişelerine yönelik olumsuz bir tepki gelmediği anlaşılıyor. Adı geçen gruplardan bazılarının Tahran ile yakın bağlara sahip olduğu düşünüldüğünde, İran’ın da Türkiye’nin terör örgütü PKK karşıtı geniş çaplı operasyonlarına ya da Irak ve Türkiye’nin ortak projesi olarak değerlendirilebilecek Kalkınma Yolu Projesi’ne yönelik ciddi bir tepki göstermediği kabul edilebilir. Bununla birlikte gerek Iraklı grupların gerekse de İran’ın tavrının bölgedeki son derece oynak ve kırılgan dengelerden etkilenme olasılığı akıldan çıkarılmamalıdır. Nitekim İsrail’in 1 Nisan’da İran’ın Şam’daki Büyükelçiliği binasına düzenlediği ve 7’si İranlı 13 askeri yetkilinin ölümüyle sonuçlanan saldırıdan sonra son dönemde görece istikrar içindeki Bağdat’ın muhtemel yeni şiddet sarmalını nasıl yöneteceği bir soru işareti olarak karşımıza çıkıyor.
İran’ın terör örgütü PKK konusundaki ikili tavrı yapısal bir durumdan kaynaklanıyor. Bir yandan PKK’nın etnik ve bölücü bir terör örgütü olması ve Batı’dan ciddi destek görmesi İkinci Dünya Savaşı’ndan beri benzer tehditlerle karşı karşıya kalan İran için ciddi bir risk ve tehdit kaynağı olarak görülüyor. Diğer bir yandan ise örgütün Türkiye’nin enerjisinin önemli bir bölümünü tüketmesi ve Ankara’nın bölgesel politikalarının önünde bir engel teşkil etmesi, Suriye devrimi sürecinde görüldüğü üzere İran açısından kullanışlı bir durum oluşturuyor. Bu nedenle İran, ilkesel olarak bölgedeki terör örgütlerine karşı olduğunu ifade ederken pratikte kimi zaman Makü örneğindeki gibi doğrudan kimi zaman da vekilleri üzerinden terör örgütü PKK ile ilişkide bir sorun görmüyor. Benzer bir durum örgüt için de söz konusu. İran’ı bir yandan parçalanması gereken siyasi varlık sayıp ülkeyi “Rojhilat” olarak tanımlayan ve bu amaçla PJAK adlı bir oluşuma giden terör örgütü, öte yandan gerek Suriye’de gerek Irak’ta İran’ı doğrudan karşısına alacak bir adım atmaktan kaçınıyor. Tahran’ın bu yapısal ve uzun soluklu stratejisini değiştirmesi çok kolay görünmüyor. Dolayısıyla İran’ın, Türkiye’nin Irak’taki kapsamlı operasyonlarını mercek altına alacağını ve örgütle olan ilişkilerinde bazı ince ayarlamalara gideceğini söyleyebiliriz.
Suriye ve bölgesel dengeler
Bununla birlikte Türkiye ve İran arasındaki asıl gerilim alanını Irak’tan ziyade Suriye oluşturabilir. Eğer iddia edildiği üzere ABD ve Türkiye arasında ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğu bölgesinden çekilmesiyle ilgili bir uzlaşıya varılırsa İran’ın buna nasıl tepki vereceğine bakmak gerekiyor. 7 Ekim sonrası dengelerde terör örgütü YPG alanlarına saldırıları artıran İran yanlısı gruplar, Türkiye’nin bölgeye müdahil olma girişimlerinden hoşlanmayacaklardır. Burada da Irak örneğindeki gibi aktif bir diplomasi izlenmesi ve İran tarafının ikna edilmesi gerekiyor. Aksi halde Astana Süreci ile başlayan müzakereler tamamen sona ermekle kalmayacak, 2016 öncesine benzer bir Suriye denklemi oluşacaktır.
Rusya’nın, İsrail’in Suriye’deki operasyonlarına gösterdiği anlayışı Türkiye’ye de gösterip göstermeyeceği önemli bir soru işaretidir. Moskova son dönemde Türkiye ile NATO arasındaki ilişkilerin ısınmasından rahatsız ise bu duruma tepkisini Suriye sahası üzerinden ve müttefikleri aracılığıyla göstermeyi tercih edebilir.
İran’ın Biden yönetimiyle anlaşma umutları, 2022 yılının Şubat ayında Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve son olarak 7 Ekim saldırısıyla suya düştü. Tahran içeride bir yandan içine girdiği ekonomik krizin şiddetlendirdiği ve son meclis seçimlerinde açıkça belirginleşen derin bir meşruiyet buhranı yaşarken dışarıda ise gün geçtikçe artan bir şekilde askeri bir çatışmanın tarafı haline geliyor. 1 Nisan saldırısı örneğinde görüldüğü üzere İsrail açısından eski angajman kurallarının hiçbir anlamı kalmadı. İsrail’in bu saldırısı sonucu 2006 sonrası karşılıklı caydırıcılık üzerine kurulan zımni anlaşma İran ve müttefikleri aleyhine bozuldu. İsrail’in Gazze’ye yönelik aşırı güç kullanımı mesajı karşı tarafça alınsa da hukuki olarak İran toprakları kabul edilen temsilciliğin vurulması en azından Kasım Süleymani olayında yaşanan ölçekte meydan okuyucu bir duruma işaret ediyor. Bu nedenle İran, İsviçre’nin Tahran Elçiliği aracılığıyla ABD’ye resmi bir mesaj göndererek saldırıdan bu ülkeyi sorumlu tuttuğunu açıkladı. Bu durum İran lideri Ali Hamaney’in intikam açıklamasıyla birleştirildiğinde İran’ın etkili bir misillemede bulunacağı ileri sürülebilir.
İsrail-İran geriliminin benzersiz seviyeye geldiği hassas dönemde Ankara’nın farklı oyuncuların çabalarına rağmen Irak ve Suriye’de uygulamaya koyacağı terörizmle mücadele stratejisinin bölgesel cepheleşmenin dışında olduğunu vurgulaması önemlidir.
Dr. Hakkı Uygur
Milli İstihbarat Akademisi Öğretim Üyesi