ABD’nin müttefiki olan İsrail yetkililerini yakalamayacağı gibi başka bir ülkede yakalanmaları halinde de serbest bırakılmaları için o ülkeye yaptırım uygulaması ihtimal dahilindedir. Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Osman Karaoğlu, UCM’nin Netanyahu ve Gallant’la ilgili tutuklama kararı karşısında bazı Batılı devletlerin yargı bağışıklığı iddialarını ve yeni Trump yönetiminin olası yaptırımlarını kaleme aldı.
Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) 21 Kasım 2024 tarihinde önemli bir karar vererek üç kişi hakkında yakalama emrine hükmetmesi İsrail’in en büyük müttefiki olan Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), Mahkemeyi hedef alan yaptırımlarını tekrar gündeme getirdi. ABD’nin muhtemel yaptırımlarına değinmeden önce yakalama kararı sonrası süreci ve yargı bağışıklığı iddialarını incelemek yerinde olacaktır. Bilindiği üzere UCM Ön Yargılama Dairesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, eski Savunma Bakanı Yoav Gallant ve İzzettin el-Kassam Tugayları’nın komutanı Muhammed Deif’in insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları işlediğine dair makul şüphenin olduğunu ifade ederek, yakalanmalarına karar verdi.
Fransa, İsrail’in Roma Statüsü’ne taraf olmadığını ve yargı bağışıklığından feragat etmediğini ileri sürüyor. Öte yandan Fransa’nın, Statü’ye taraf olmayan Rusya’nın devlet başkanı Putin hakkındaki yakalama kararını uygulayacağını ifade ettiğini de hatırlatmamız gerekiyor.
Mahkemenin polis veya asker gücü bulunmadığından taraf devletlerin topraklarında yakalama yapması mümkün görünmüyor. Bu nedenle yakalamayı gerçekleştirecek olan Roma Statüsü’ne taraf 124 devlettir. Taraf devletlerin mevzubahis üç ismi yakalaması ve Hollanda’nın Lahey (Hague) şehrinde bulunan Mahkemeye teslim etmesi bekleniyor. Şüpheliler kendi topraklarında olmasına rağmen yakalama yapmayan taraf devletler Roma Statüsü’nü ihlal edeceklerdir. Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü Misyonları ya da Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin de Mahkeme ile işbirliği yapması ve şüphelileri yakalayarak Mahkemeye teslim etmesi mümkündür. Belirtmek gerekir ki şüphelilerin yokluğunda, Joseph Kony davasında olduğu gibi, suçlamanın teyidi (confirmation of charges) duruşması yapılması mümkün ise de davaya devam edilmesi ve yargılama yapılması mümkün değildir. Nitekim eski Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El-Beşir hakkında da 2009 ve 2010 tarihli iki yakalama kararı olmasına rağmen Beşir yakalanamadığı için yargılama devam edemedi. Üstelik Beşir, Roma Statüsü’ne taraf ülkelere de ziyarette bulunmasına rağmen yakalanamadı. Bu anlamda Netanyahu, Gallant ve Deif de yakalanıp Mahkemeye teslim edilmedikçe yargılamanın devam etmesi ve kişilerin yokluğunda karar verilmesi mümkün değildir.
Yargı bağışıklığı iddiası
UCM’nin kurucu anlaşmasına taraf olan 124 devlet Roma Statüsü’nün 27. maddesine de rıza göstermişlerdir. Statü’nün 27. maddesine göre normalde yargı bağışıklığından istifade eden devlet başkanı, hükümet başkanı ya da dışişleri bakanı dahi UCM karşısında dokunulmazlık iddiasında bulunamayacaktır. Bu durum Roma Statüsü’ne taraf olan devlet vatandaşları açısından net olmakla birlikte Statü’ye taraf olmayan devletlerin vatandaşları bakımından tartışmalıdır. Bilindiği üzere Statü’ye taraf olmayan bir devletin vatandaşları da taraf devletin topraklarında suç işlerse yargılanabiliyor. Nitekim mevcut durumda da Filistin Roma Statüsü’ne tarafken İsrail ise taraf değildir. Bu anlamda üç isimden Netanyahu ve Gallant taraf olmayan bir devletin vatandaşı olarak taraf bir devletin ülkesinde suç işledikleri iddiasıyla haklarında yakalama kararı çıkarılan isimlerdir. Fransa gibi birtakım devletler İsrail’in Roma Statüsü’ne taraf olmadığını ve dolayısıyla yargı bağışıklığından da feragat etmediğini ileri sürüyor. Bu durum da gösteriyor ki meseleyi Fransa gibi yorumlayan devletler kendileri Roma Statüsü’ne taraf olmasına rağmen Netanyahu ve Gallant’ın ülkelerine gelmesi halinde yakalama yapmayı düşünmüyor. Bu durumda da Roma Statüsü’nün ihlali iddiası gündeme gelecektir ve Mahkeme’nin bu durumu yorumlaması beklenecektir.
Benzer bir sorun Beşir’in yakalanması hususunda da gündeme gelmişti. Sudan da Roma Statüsü’ne taraf olmadığı için bazı taraf devletler Beşir’i yakalamayarak benzer bir argüman ileri sürmüştü. Lakin UCM yaptığı yorumda Darfur meselesinin BM Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından Mahkeme’ye havale edildiğini ve bu tip bir durumda yargı bağışıklığının ortadan kalkacağını, BM’ye üye tüm devletlerin de Roma Statüsü’ne taraf olsun ya da olmasın BMGK’ye tabi olduğunu ifade ederek bu sorunu aşmıştı. Ancak mevcut durumda UCM önündeki süreç BMGK tarafından değil Filistin tarafından başlatılmıştır. Öte yandan Fransa’nın, Rusya Statü’ye taraf olmamasına rağmen, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkındaki yakalama kararını uygulayacağını ifade ettiğini de hatırlatmamız gerekiyor. Bu da Batılı devletlerin sıklıkla uyguladığı “istisnalar hukuku”nu akıllara getiriyor. Burada yine Mahkeme’nin Moğolistan’ın Putin’i yakalamaması üzerine verdiği karar gündeme gelecektir. Rusya Statü’ye taraf bir ülke değildir ve konu da BMGK tarafından havale edilmemiştir. Mahkeme bu anlamda Putin’in Moğolistan tarafından yakalanmamasını Statü’den kaynaklanan uluslararası yükümlülüklere aykırı bulmuştur. Netanyahu ve Gallant’ın Statü’ye taraf ülkelere gitmeleri ve yakalanmamaları halinde Mahkeme tarafından benzer bir kararın verilmesi kuvvetle muhtemeldir.
Trump ve UCM: İkinci raunt
Ön Yargılama Dairesi’nin kararı sonrasında devletlerin büyük çoğunluğu Mahkemenin bağımsızlığına saygı duyduklarını ve kararı uygulayacaklarını açıklarken, bir kısım devletler İsrail’in taraf olmadığını ve yargı bağışıklığından feragat etmediğini iddia etti. Başta ABD olmak üzere bir kısım devletler ise bunu çabucak verilmiş haksız bir karar şeklinde nitelendirerek uygulamayacaklarını ifade etti. Bu noktada gözler ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump hükümetinin ne yapacağına çevrildi. Nitekim Trump bir önceki başkanlık döneminde dönemin UCM savcısı Fatou Bensouda ve UCM Yetki, Uyum ve İşbirliği birimi başkanı Phakiso Mochochoko hakkında 13928 sayılı Yürütme Kararı (Executive Order) ile yaptırım uygulamıştı. Trump 13928 sayılı kararıyla UCM’nin, ABD’nin rızası olmaksızın herhangi bir ABD personelini ya da Roma Statüsü’ne taraf olmayan veya UCM yargı yetkisine başka şekilde rıza göstermeyen ABD müttefiki ülkelerin personelini soruşturma, tutuklama, gözaltına alma veya yargılama girişiminde bulunmasının, ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikası için olağanüstü ve sıra dışı bir tehdit oluşturduğuna karar vermişti. Trump bir önceki başkanlık döneminde, UCM personelinin mallarının bloke edilmesi, para transferlerinin yasaklanması, ABD’ye giriş izni verilmemesi gibi birtakım tedbirlere hükmetti.
13928 sayılı karar daha sonra 2 Nisan 2021’de Biden yönetimi tarafından kaldırıldı. Ancak benzer bir kararın yeni Trump yönetimi tarafından mevcut savcı Karim Khan hakkında da verilmesi ihtimal dahilindedir. Bu nedenle kararın önemli dayanağı olan 2002 tarihli “Amerikan Hizmet Görevlilerini Koruma Kanunu”nu (American Service-Members’ Protection Act) bilmemiz yerinde olacaktır.
Bilindiği üzere ABD ilkin Roma Statüsü’ne imza atarken daha sonra Statü’ye taraf olmayacağını bildirmişti. Bu durumun oluşmasında ABD’nin 11 Eylül sonrasında Afganistan’a girmesi büyük rol oynadı. ABD 11 Eylül sonrasında öncelikle Amerikan Hizmet Görevlilerini Koruma Kanunu’nu çıkardı. Buna göre ABD Roma Statüsü’ne taraf olmayacak ve ABD makamları kendi vatandaşları hakkında UCM ile hiçbir şekilde işbirliği içerisine girmeyecektir. Hatta bu kanun, Mahkemenin talebi ile başka ülkelerde tutulan ABD ya da ABD Müttefiklerinin vatandaşlarının salıverilmesi için Başkan’a gerekli tüm tedbirleri alma yetkisini tanıyor.
Bu kanun uyarınca ABD’nin müttefiki olan İsrail yetkililerini yakalamayacağı gibi başka bir ülkede yakalanmaları halinde de serbest bırakılmaları için o ülkeye yaptırım uygulaması ihtimal dahilindedir. Öte yandan ABD bunlarla yetinmeyerek 100’den fazla ülke ile İki Taraflı Dokunulmazlık Anlaşmaları (Bilateral Immunity Agreements) akdetti. Buna göre bu anlaşmalara taraf olan devletler hiçbir şekilde ABD vatandaşlarını UCM’ye teslim etmeyeceklerdir. Görüldüğü üzere ABD hem kendi vatandaşlarını hem de müttefiklerinin vatandaşlarını UCM önüne çıkarmamak için hem iç hukuk hem de uluslararası hukuk düzeyinde birtakım düzenlemelere sahiptir. İlk döneminde zaman zaman bu düzenlemelere dayanarak çeşitli yaptırımlara imza atan Trump’ın ikinci döneminde de benzer bir politika izlemesi kuvvetle muhtemel görünüyor.
Doç. Dr. Ali Osman Karaoğlu
Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi