Arap Baharı sonrası otoriterleşen ve kitle hareketlerini kendi rejimlerinin güvenlikleri için bir tehdit olarak tanımlayan bazı Arap hükümetlerinin politikası Arap kamuoyu nezdinde Filistin meselesine duyarlılığın azalmasına yol açtı. Dr. Necmettin Acar, Orta Doğu’nun güvenliğindeki köklü dönüşümü ve Arap ülkelerinde Filistin konusundaki önceliğin neden değiştiğini kaleme aldı.
Başta Gazze olmak üzere tüm Filistin coğrafyasında İsrail’in sürdürdüğü şiddetinden bir şey kaybetmeden devam eden soykırım ve etnik temizliğe varan savaş suçları 2 ayı geride bıraktı. Bu süreçte küresel ölçekte kamuoyu ve bazı hükümetler nezdinde İsrail karşıtı güçlü bir tepki ortaya çıkmasına rağmen başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap kamuoyunda ve bazı Arap hükümetleri nezdinde ortaya çıkan zayıf tepki, üzerinde düşünülmesi gereken bir husus. Çünkü aradan geçen 2 aya karşın Arap kamuoyu, Arap hükümetleri ve Arap hükümetlerinin merkezinde yer aldığı bölgenin en önemli örgütleri olan İslam İşbirliği Teşkilatı (İTT), Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve Arap Birliği gibi yapılar İsrail’in saldırganlığı karşısında caydırıcı bir tavır alamadı.
Arap kamuoyunun ve bazı Arap hükümetlerin sessizliğinin en önemli gerekçesi bölge güvenlik mimarisinin son dönemde yaşadığı ciddi dönüşümlerdir. Bu köklü dönüşümler bazı Arap hükümetlerinin Filistin’de cereyan eden gerilimi Arap dünyasıyla İran arasındaki rekabet çerçevesinden okumasına, Arap hükümetlerinin kendi ulusal güvenlik sorunlarına gömülmüş durumda olmasına ve Arap halklarının Arap Baharı sürecinde ortaya çıkan ekonomi politik maliyetten kaçınma dürtüsüne yol açıyor. Sayılan bu gerekçeler bazı Arap hükümetlerinin ve kamuoyunun İsrail’in işlediği savaş suçları karşısında zayıf bir tepki ortaya koymasına yol açıyor.
Bölge güvenlik mimarisindeki köklü dönüşüm
Orta Doğu bölge güvenlik mimarisinde 2000’li yılların başlarından itibaren köklü dönüşümler ortaya çıkmaya başladı. Irak’ın işgali, Arap Baharı sürecinde Suriye, Libya, Yemen gibi ülkelerin iç savaşa düşmesi ve Mısır gibi önemli bir aktörün ulusal gücünde ortaya çıkan zayıflama bu dönüşümün en önemli gerekçelerini teşkil ediyor.
Bölge güvenlik mimarisinde yaşanan değişim Filistin meselesini ilgilendiren 2 önemli sonucu ortaya çıkardı. İlk olarak; Orta Doğu bölgesinde İslam öncesi ve İslami dönemde askeri, diplomatik, demografik ve entelektüel açıdan merkezi roller oynayan Mısır ve Suriye’nin içine düştüğü istikrarsızlık bölgenin sıklet merkezinin Körfez bölgesine doğru kaymasına yol açtı. Çünkü Arap Baharı süreciyle birlikte Mısır askeri ve ekonomik açıdan zayıfladı. Suriye de içine düştüğü iç savaş sonucu askeri ve endüstriyel kapasitesinin önemli bir kısmını kaybetti. Netice itibarıyla bölgenin sıklet merkezi İsrail’i askeri açıdan dengeleyebilecek askeri endüstriyel kapasiteye sahip Mısır ve Suriye gibi ülkelerden, İran’ın bölgede genişleyen politik ve ideolojik nüfuzunu dengelemek için Batı ve İsrail’le uyumlu ilişkiler geliştirmek zorunda olan Körfez ülkelerine kaydı.
İkinci olarak, bölgede Filistin meselesine kitlesel destek ve kamuoyu duyarlılığı sağlayan en geniş toplumsal tabana sahip örgütsel yapı olan Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan), Arap Baharı sürecinde zayıfladı. Bu zayıflamada Arap Baharı sürecinde bölgede beklenen dönüşümün gerçekleşmemesi ve bazı ülkelerin Müslüman Kardeşler Teşkilatını terör örgütü olarak kabul etmesi önemli rol oynadı. Arap Baharı sürecinde Arap kamuoyunun devrimci düşüncelerin ortaya çıkardığı yüksek maliyet karşısında yaşadığı ikilem de Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın popülaritesini zayıflattı.
Filistin meselesinin önceliğinin zayıflaması
Bölge güvenlik mimarisinde sayılan değişimlerin ortaya çıkardığı en önemli sonuç bazı Arap hükümetleri ve Arap kamuoyu nezdinde Filistin meselesinin önceliğinin zayıflaması oldu. Bu süreçte bazı Arap hükümetleri nezdinde İran ile girişilen jeopolitik rekabet ve içeride yükselme ihtimali olan memnuniyetsizlik gibi bir kısım ulusal güvenlik sorunları Filistin meselesinin önüne geçti. Bazı Arap hükümetlerinin ve kamuoyunun Filistin konusundaki zayıf tepkisinin 4 önemli gerekçesi bulunuyor.
İlk olarak, bazı Arap hükümetleri konuyu Arap dünyasıyla İran arasındaki jeopolitik rekabet çerçevesinden okuyor. Dolayısıyla bazı Arap hükümetleri Hamas ve Hizbullah gibi İran ile bağlantısı olduğunu düşündükleri yapıların İsrail eliyle tasfiyesini İran karşısında ciddi bir avantaj olarak görüyor. Merkezinde Körfez ülkelerin bulunduğu bölgesel düzen açısından İran’ın bölge genelinde genişleyen politik ve ideolojik nüfuzu, İran’ın bölgede savaş ve barış kararlarını verebilecek kabiliyete sahip olması önemli bir güvenlik endişesidir. Bu sebeple, Körfez açısından İran ile girilen jeopolitik rekabet bir süredir Filistin meselesinden daha öncelikli bir bölgesel mesele olarak ön plana çıkıyor.
İkinci olarak, son dönemde bölge güvenlik mimarisinin değişimi bazı Arap hükümetlerinin kendi ulusal güvenlik sorunlarına odaklanmasına yol açtı. Bu durum Arap hükümetlerinin bölgesel meselelere olan ilgisinde bir zayıflama ortaya çıkardı. Mısır’ın Sudan ve Libya’daki istikrarsızlığa ve ağırlaşan ekonomik sorunlarına yoğunlaşması Filistin meselesine olan ilgisinde bir zayıflamaya yol açıyor. Tüm bu sorunlara ilaveten Mısır’ı yönetenlerin en önemli önceliği olan Nil’in durumu ve Etiyopya’nın baraj inşaatı Kahire yönetiminin İsrail karşısındaki seçeneklerini sınırlıyor. Suudi Arabistan’ın Yemen krizine ve bölge genelinde İran ile giriştiği vekalet savaşlarına; Suriye’nin ve Irak’ın içeride yaşadıkları istikrarsızlıklara odaklanması bu ülkelerin de Filistin meselesine olan ilgilerini zayıflatıyor.
Üçüncü olarak Arap Baharı sonrası otoriterleşen ve kitle hareketlerini kendi rejimlerinin güvenlikleri için bir tehdit olarak tanımlayan bazı Arap hükümetlerinin politikası da Arap kamuoyu nezdinde Filistin meselesine duyarlılığın azalmasına yol açtı. Çünkü her türlü kitle hareketini rejim güvenliği sorunu olarak algılayan otoriter yönetimler Filistin konusunda duyarlılık sergilemek isteyen kitlelere karşı baskıcı yöntemlere başvurmaya başladılar. Otoriter yönetimlerin baskısı Arap kamuoyunun Filistin’e olan duyarlılığının sokaklara yansımasını engelledi.
Son olarak, Arap halkları Arap Baharı sürecinde güçlü bir biçimde desteklediği politik aktivizm yüzünden çok büyük maliyetler ödemek zorunda kaldı. Ekonomik krizler, siyasi istikrarsızlıklar, iç savaş görüntüleri ve tahrip olan şehir manzaraları Arap kamuoyunu kendi sorunlarına odaklanmaya zorlayarak Filistin’e olan ilgisinde bir zayıflamaya yol açtı. Ayrıca kitleleri politik dönüşüm ajandasıyla örgütleyen ve Filistin meselesinde liderlik eden Müslüman Kardeşler Teşkilatının zayıflaması da Arap kamuoyunda Filistin meselesindeki tepkinin zayıf kalmasına yol açıyor.
2000 sonrası Orta Doğu bölge güvenlik mimarisinde yaşanan köklü dönüşümler Arap dünyasında bazı Arap hükümetleri ve kamuoyu nezdinde Filistin meselesinin önceliğini zayıflatan sonuçlar ortaya çıkardı.
İsrail’in, başta Gazze olmak üzere tüm Filistin coğrafyasında savaş suçları ve soykırım işlediği bir dönemde bazı Arap hükümetleri ya kendi ulusal güvenlik sorunlarına ya da İran ile girilen jeopolitik rekabete odaklanmış durumdalar. Arap halkları ise böyle bir dönemde kendisine Filistin meselesinde liderlik eden Müslüman Kardeşler Teşkilatının zayıflaması ve Arap Baharı’nın ortaya çıkardığı yüksek ekonomi politik maliyetle mücadeleye odaklanmış durumda. Sayılan bu gerekçeler Filistin meselesine olan duyarlılığı hem bazı Arap hükümetleri hem de kamuoyu nezdinde önemli ölçüde zayıflattı.
Dr. Necmettin Acar
Mardin Artuklu Üniversitesi Öğretim Üyesi