Ülkemiz 2023 yılında, Cumhuriyetin 100. yılını büyük bir coşkuyla kutlamaktadır. Milli egemenliği ve milletin iradesi üzerinden tecelli ettiği 1923 yılından bugüne kadar Cumhuriyetimiz çok çeşitli badireler atlatmış, Türk demokrasisi önemli sınavları başarıyla vermiştir. 14 Mayıs 2023 tarihli Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri de bu sınavların en önemlilerinden biridir.
100 yıl önce kurulan Genç Cumhuriyet, dönemin uluslararası siyasi koşulları ile savaş sonrası tahribatın etkin olduğu ülkenin imkân ve kabiliyetleri doğrultusunda mevcut durumu iyileştirmek adına yoğun bir gayret içerisine girmiştir.
1940’lı yıllara gelindiğinde, II. Dünya Savaşı’nın yıkımından kendini korumaya çalışan Cumhuriyetimiz bu yılları olabildiğince ihtiyatlı ve en az tahribatla atlatma yoluna gitmiştir.
1950’lerde çok partili hayat ile demokrasisi zenginleşen Cumhuriyetimiz, Soğuk Savaş yıllarının uluslararası konjonktürü sebebiyle kendine bir ittifak seçmek zorunda kalmış bu tercihinde de bir şekilde NATO’ya yönelmiştir.
NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) 1949 yılında ABD öncülüğünde, yükselen Sovyet tehdidine karşı kurulmuştur. I. ve II. Dünya Savaşlarını coğrafi olarak oldukça uzak bir bölgede karşılayan ve kendi sınırları ile filizlenen sanayisini savaşın tahribatından korumayı başaran ABD’nin NATO’ya olan ihtiyacı diğer üyelerin ihtiyaçlarından oldukça farklıdır.
ABD, NATO’yu iki dünya savaşı sonrasında tek kutuplu bir güç haline gelen dünyanın, bir başka deyişle kendi uluslararası tahakkümünün devamı için kurgulamıştır. Yoksa Sovyetlerin ABD’yi işgali mevzubahis değildir.
Diğer üye ülkeler ise NATO’yu, olası Sovyet işgali tehdidine karşı bir güvenlik şemsiyesi olarak görmüşlerdir. Hal böyle iken ABD’nin NATO’nun personel ve mühimmat ihtiyaçlarının ekseriyetini karşılıyor olması; ABD’nin diğer üyelerin Sovyet işgalinden korunmasını yine kendi uluslararası siyasal hegemonyasının devamı için istediği açıktır.
NATO’nun askeri personel eğitimi ve teçhizat standartlaşması adı altında; Türk askeri bürokrasisine müdahaleleri sonucunda Türk demokratik ilerlemelerinde kesintilere sebep olan askeri darbelerdeki rolü de akıllarda tutulması gereken bir olgudur.
1950’lerin başında NATO ve ülkemiz arasında başlayan asimetrik ilişki yıllar boyu süregelmiştir. 50’li yıllarda ülkemiz iç politikada; çok partili demokratik hayatın önemli kazanımlarına kavuşmasıyla birlikte dış politikada da alternatif çoklu ilişkilere yönelmişti ki 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ile bu kazanımlar baltalanmış oldu.
1970’lerde artan siyasi kutuplaşmayı askeri muhtıralar takip etti…
12 Eylül 1980 darbesi ile de Cumhuriyetimizin demokrasisine en tahrip edici darbelerden birisi yapılmış oldu.
Askeri darbe ve muhtıralarda verilen ilk mesajın NATO’ya bağlılık olması da dış politikamızı gitgide güdümlü bir hale maalesef getirmiş oldu.
28 Şubat “post-modern darbesi” ve Nisan 2007 “e-muhtırası” ile darbeciler metotlarını güncelleseler de ana odaklarındaki NATO’ya bağlılık kesintisiz süregeldi.
Son olarak 15 Temmuz 2016 FETÖ’cü darbe girişiminin de hedefi aynıydı. Cumhuriyetimizin müstakil politikalar üretmesini engellemek adına gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün NATO güdümlü olduğunun bir başka örneği de o dönem NATO görevinde olan FETÖ’cülerin Türkiye’ye iade edilmemesidir.
15 Temmuz 2016 sonrası, 7 Ağustos 2016 tarihinde İstanbul Yenikapı’da Cumhuriyetimiz manda ve himaye heveslilerine karşı bir kez daha yoğun bir halk katılımı ile milli refleksini ortaya koymuş oldu.
İşte Cumhur İttifakı da tam da böyle bir atmosferde böyle bir milli refleksin sonucu olarak ihdas edildi.
O tarihten bugüne, parlamenter sistemin kısır çekişmelerinden memleketi kurtarmak adına öncelikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildi. Öncesinde, Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi de milli iradenin doğrudan tecellisi adına oldukça önemliydi.
2018-2023 döneminde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk tecrübesi yaşanmış oldu. Dünyayı derinden sarsan Covid-19 pandemisi ile Ukrayna-Rusya Savaşı da bu döneme denk geldi.
Yeni sistemin ilk dönemine ait dış politikaya bakacak olursak, son yılların en dinamik ve en müstakil dış politika hamlelerinin birbiri ardına geldiğine şahit olabiliriz. Komşularla ilişkilerin düzeltilmesi, onarılan Suriye politikası, Libya ve Karabağ başarıları, Körfez ülkeleriyle yakınlaşma gibi pek çok hamle peşi sıra geldi.
Türk Devletleri Teşkilatı da bu dönemin en önemli dış politik kazanımlarından biriydi.
Rusya-Ukrayna Savaşı ile birlikte tüm dünya tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi bir tarafı seçmeye mecbur bırakılmıştı. NATO üyelerinin tamamı Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlara katılmaya zorlandı.
Türkiye ise büyük bir dış politik hamle ile Rusya’nın Ukrayna işgaline karşı olduğunu ancak; Rusya-Türkiye ilişkilerini geçmişte olduğu gibi bozabilecek ekonomik yaptırımlara katılmama kararı aldı. Türkiye’nin bu stratejik hamlesi diğer Türk ve İslam ülkeleri tarafından da karşılık buldu.
Bu süreçte, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelikleri konusunda da karar verici konumunu güçlendiren Türkiye, kökenleri Türkçe ile aynı dil ailesinden gelen Finlandiya’nın üyeliğini kabul ederken; teröre karşı gereken mesafeyi koyamayan İsveç ile görüşmelere devam etmektedir.
2023 seçimlerine giden süreçte, dış politika açısından ana gündem Türkiye’nin bu çok yönlü-çok taraflı siyasetine devam etmesi ya da yıllarca AB kapılarında oyalanan Batı endeksli dış siyasete geri dönülmesi olarak ikiye ayrıldı.
Cumhur İttifakı müstakil ve çok yönlü dış politikaya devam edilmesi yönünde bir seçim vaadi ortaya koyarken; Millet İttifakı ise hem iç politikada hem de dış politikada eskiye dönüş ve Batı’nın tahakkümüne girmeyi vaat ediyordu.
Pandemi ve Rusya-Ukrayna Savaşı gibi önemli küresel gelişmelerin de etkisiyle yaşanan ekonomik zorlukların üzerine bir de 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremlerin yıkıcı etkisinin eklenmesiyle seçmen davranışlarının Millet İttifakı’na yönelmesi gibi suni bir algı oluşturuldu. ABD Başkanı Biden da 2019 yılındaki bir konuşmasında Türkiye’de muhalefeti destekleyerek Cumhur İttifakı’nı bertaraf etme niyetini açıkça dile getirdi. Seçim sathına girildiğinde ise onlarca Batı medya organı Cumhur İttifakı ve Cumhurbaşkanımız aleyhine yayın yaptılar.
14 Mayıs 2023 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı ilk tur seçimlerinde Sn. Erdoğan’ın %49.5’lik oy oranına ulaşması yaklaşık 20’ye yakın siyasi partinin doğrundan ve dolaylı olarak destek açıkladığı Sn. Kılıçdaroğlu’nun ise %44.8’lik bir oy oranında kalması başlangıçta (suni de olsa) muhalefette olan psikolojik üstünlüğün, Cumhur İttifakı’na geçmesine sebep oldu.
Ancak çok daha önemlisi geçmişe dönme vaadinde bulunan Millet İttifakı’nın parlamentoda değişiklik yapabilecek orana ulaşmak bir yana, azınlıkta kalmasıdır.
Bu noktada, Aziz Türk Milleti tercihini yapmış, milli irade tecelli etmiş, Cumhur İttifakı toplamda 600 koltuklu parlamentoda 323 milletvekili sayısına ulaşmıştır. Bunun anlamının Türk Milletinin parlamenter sisteme kapılarını kapatması olduğu açıktır.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. turuna psikolojik üstünlüğe sahip olarak giren Cumhur İttifakı bu turda esasen ‘bağımsız dış politika mı, güdümlü dış politika mı?’ seçeneklerini oylatmıştır.
28 Mayıs 2023 tarihli Cumhurbaşkanlığı 2. tur seçimlerinde ise Cumhur İttifakı lideri Sn. Recep Tayyip Erdoğan %52.1 oy oranı ile karşısında toplanan iç ve dış bütün muhalefeti Aziz Türk Milleti’nin yüksek teveccühü ile akamete uğratmıştır. Türk Milleti, Cumhuriyetimizin II. yüzyılında kararını bağımsız dış politikadan yana kullanmıştır.
Bu sonucun, (muhalefet cephesi açısından) içerideki yansımaları beklenmektedir. Türkiye’nin daha güçlü bir ülke olabilmesi ve kalkınma hızını arttırması için; seçmenin gözünde muhalefetin de yerlilik, millilik ve bağımsızlık konularında şüpheye yer vermeyecek şekilde bir yapıda olması oldukça önemlidir. Muhalefetin amacı iyiyi daha iyi yapmak olmalıdır. Çeşitli kazanımları geriye götürmek olarak yorumlanabilecek hamlelerden de uzak durmalıdır.
Dış siyaset açısından Türk Devletleri ve İslam Ülkelerinin tamamı Sn. Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın zaferini kutlamıştır.
Rusya Devlet Başkanı Putin de enerji ve daha pek çok alanda Türkiye’yi merkez ülke haline getirecek adımları süratle atacağını seçim tebriki konuşmasında iletmiştir.
Pek çok Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin devlet başkanları da tebriklerini ve sonuçlardan duyulan memnuniyetlerini iletmişlerdir.
Öte yandan, Batılı ülkeler Sn. Cumhurbaşkanımıza ve Cumhur İttifakı’na karşı tutumlarını süratle kalibre etmişlerdir. ABD Başkanı Biden yukarıdaki sözlerini söylememişçesine, “Sn. Erdoğan’ın yeniden seçilmesinden dolayı tebriklerini iletmiş, kendisi ile ikili ve küresel meselelerde NATO müttefiki olarak çalışmak istediğini” söylemiştir.
Dil konusunda oldukça hassas olan, bir sömürgeci ülke olarak (İngilizce dahi konuşmaya mesafeli olan) Fransızcayı sömürge ülkelerine dayatan Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron ise; iki Türkçe Tweet atarak “Sn. Erdoğan ile birlikte çalışmak istediğini” açıklamıştır.
Sonuç olarak, Dünya’nın 2023 siyasi gelişmelerinden en önemlisi olarak gördüğü Türkiye seçimleri sadece ülkemize değil, tıpkı Cumhuriyetimizin ilk yüzyılının başındaki gibi emperyalizme karşı direnen pek çok ülkeye örnek olma konusunda oldukça önemlidir.
2023 Türkiye Seçim sonuçları ve ülkemizin, 21. yüzyılda bölgesel ittifakların önem kazandığı çok kutuplu uluslararası siyasetindeki konumunun güçlenmesi, Aziz Milletimize ve bütün insanlığa hayırlı olsun.
Gökberk DURMAZ