İsrail-Hamas çatışmasının derinleşmesi Ürdün’ün ulusal güvenliğine ve siyasi istikrarına yönelik ciddi tehditleri beraberinde getiriyor. Recep T. Teke, 7 Ekim’de Hamas’ın saldırısıyla derinleşen İsrail-Filistin meselesinin nüfusunun yarısı Filistin kökenli vatandaşlardan oluşan Ürdün’ün siyasi dengelerine olası etkilerini kaleme aldı.
7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarıyla Orta Doğu’da yeni bir kriz patlak verdi. Bu krizin özellikle İsrail’e komşu Arap ülkeler açısından ciddi sonuçlar doğurması söz konusudur. Bu ülkelerin başında ise nüfusunun yaklaşık yarısı Filistin kökenli vatandaşlardan oluşan Ürdün geliyor. Tarihsel olarak Ürdün’ün gerek iç siyasetini gerekse dış politikasını ciddi anlamda etkileyen İsrail-Filistin meselesi, Krallığın en önemli güvenlik sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Dolayısıyla İsrail-Hamas savaşının gidişatı ile Ürdün yönetiminin bu çatışmaya nasıl cevap vereceği Ürdün’ün istikrarı açısından oldukça belirleyici olacaktır. İlk tahlilde söz konusu krizin Ürdün’ün ulusal güvenliğine ve siyasi istikrarına yönelik ciddi bir tehlike oluşturduğu görülüyor. İsrail’in Filistinlileri göçe zorlaması ve Ürdün’de düzenlenen protesto gösterileri göze çarpan en ciddi meydan okumalar arasında yer alıyor. Ayrıca çatışmanın uzamasının ya da genişlemesinin Ürdün’ün yaşadığı iktisadi sorunları derinleştirmek suretiyle ülkenin ekonomik istikrarını tehdit etme ihtimali bulunuyor.
Ürdün’ün kırmızı çizgileri
Ürdün, İsrail-Filistin meselesine ilişkin iki devletli çözümü savunmaya devam ediyor. Ürdün’e göre bölgede adil ve kalıcı barışın sağlanması ancak 1967 sınırları üzerinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulmasıyla mümkün olacaktır. Ürdün Kralı 2. Abdullah, 7 Ekim saldırılarının hemen ardından yaptığı açıklamalarda iki devletli çözümün önemini vurgularken kalıcı barışın sağlanması için İsrail işgalinin sona ermesi gerektiğinin altını çizdi. Ancak İsrail’in Gazze’ye yönelik olası kara harekatı iki devletli çözüm bir yana, Gazze’nin İsrail tarafından yeniden işgalini dahi gündeme getirdi. Hatta İsrail’in Hamas’a karşı düzenleyeceği kara operasyonundan önce Gazze’de yaşayan Filistinli sivillerin “geçici” olarak Mısır’ın Sina yarımadasına yerleştirilmesi ihtimali gündeme geldi. Ancak Kral Abdullah Filistinli mültecilerin Mısır’a ya da Ürdün’e gönderilmesine kategorik olarak karşı çıktı ve bu konunun kendileri için “kırmızı çizgi” olduğunu kuvvetli bir şekilde vurguladı. Zira Ürdün, Gazze’de yaşayan Filistinlilerin Sina’ya yerleştirilmesinin, Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilerin Ürdün’e gönderilmesine emsal teşkil edebileceğini düşünüyor. Ürdün yönetimi, böylesi bir nüfus transferini ülkenin ulusal güvenliğine ve siyasi istikrarına karşı “varoluşsal bir tehdit” olarak görüyor. Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safedi Kral Abdullah’tan bir adım daha ileri giderek Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilerin Ürdün’e itilmesini “savaş sebebi” olarak değerlendirdi ve Ürdün’ün bu konudaki kararlılığını açık bir şekilde ortaya koydu.
1948 ve 1967 Arap-İsrail savaşlarının ardından Ürdün’e yüz binlerce Filistinli mültecinin gelmesi Ürdün’ü siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan oldukça olumsuz etkilerken Ürdün’ün demografik yapısının kalıcı olarak değişmesine sebep olmuştu. İsrail’in Filistin’e saldırılarının benzer bir senaryoya zemin hazırlamasından endişe duyan Ürdün yönetimi, bu meselenin kendileri için “kırmızı çizgi” teşkil ettiğini ve bu yöndeki girişimlerin “savaş sebebi” sayılacağını açıkça dile getirerek İsrail’in Filistinlileri Gazze’den ya da Batı Şeria’dan çıkarmak suretiyle sahada fiili bir gerçeklik yaratmasının önüne geçmek istedi. Ayrıca Filistin meselesinin Filistin toprakları üzerinde çözülmesi gerektiğini savunan Krallık yetkilileri, Ürdün’ün Filistinliler için “el-vatan el-badil” yani “alternatif vatan” olmadığının altını çizdi. Mevcut konjonktürde nüfus transferi uzak bir ihtimal gibi görünse de başta Kral Abdullah olmak üzere Ürdünlü üst düzey yetkililerin sert açıklamaları, bu meselenin ülkenin ulusal güvenliği ve istikrarına yönelik büyük bir tehdit olarak algılandığını ortaya koyuyor. Ayrıca Binyamin Netanyahu’nun liderliğinde kurulan İsrail tarihindeki en sağcı hükümetin Batı Şeria’da uygulamaya koyduğu saldırgan ve yayılmacı politikalar Ürdün’ün korkularının pek de yersiz olmadığını gösteriyor. İsrail’in, Hamas saldırılarının tanıdığı siyasi manevra alanından istifade ederek Batı Şeria’daki baskıyı artırması ve statükoyu Ürdün aleyhine değiştirmesi Ürdünlü politika yapıcılarının üzerinde durduğu ihtimaller dahilindedir. Ürdün yönetimi ülkenin istikrarını bozacak bu ihtimali oldukça ciddiye alıyor olmalı ki Kral Abdullah ve Dışişleri Bakanı Safedi bu yöndeki girişimlere karşı en üst perdeden uyarılarda bulundu.
İsrail karşıtı protestolar rejim karşıtı protestolara evirilebilir
Ürdün’de siyasi istikrara yönelik tehditlerden bir tanesi de İsrail karşıtı protesto gösterileridir. İsrail’in 7 Ekim’e misilleme olarak Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yüzlerce Filistinli sivilin hayatını kaybetmesi Ürdün halkı tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. İsrail karşıtı gösterilerde yüzlerce Ürdünlü İsrail sınırına akın ederken Batı Şeria’ya geçmek için hükümetten sınırı açmasını talep ettiler. Ürdünlüler İsrail’in Gazze’de bulunan el-Ehli Baptist Hastanesi’ne yaptığı saldırının ardından ise İsrail’in Amman büyükelçiliğinin önünde gösteriler düzenledi. Ürdün halkı hükümetten İsrail büyükelçiliğini kapatmasını ve İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da Filistinlilere uyguladığı şiddete karşılık vermesini talep ediyor. Ürdün’deki İsrail karşıtı gösteriler şu an için doğrudan kraliyeti ya da hükümeti hedef alan, diğer bir ifadeyle rejim güvenliğini tehdit eden bir boyuta ulaşmış değil. Ancak İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının devam etmesi ve dolayısıyla hükümetin Gazze’de yaşayan Filistinlileri korumakta başarısız olması, kraliyetin İsrail karşısındaki etkisizliğini daha da görünür kılacaktır. Böyle bir durumda Ürdün halkının öfkesinin hükümet yetkililerine yönelme ve rejim karşıtı bir karaktere bürünme ihtimali bulunuyor. Süreç bu şekilde gelişirse, Ürdün yönetimi kamuoyunu yatıştırmak için İsrail elçiliğini kapatma ve hatta İsrail ile ilişkileri askıya alma seçeneklerini dahi gündeme getirebilir. Çünkü hükümetin İsrail’e karşı somut adım atmakta tereddüt etmesi, Filistin konusunda oldukça duyarlı olan Ürdün halkını karşısına alması anlamına gelecektir.
Batı Şeria’daki durum Ürdün nehrinin doğusundan biraz daha farklılık gösteriyor. Zira Ramallah, Cenin ve Nablus gibi kentlerde düzenlenen protestolarda Filistin güvenlik güçleriyle göstericiler karşı karşıya geldi. Bu gösterilerde Filistinliler yalnızca İsrail saldırılarını protesto etmekle kalmadı ve Mahmud Abbas başkanlığındaki Filistin Yönetimi’nin Filistinlilerin ulusal haklarını savunmadaki yetersizliğine de tepki gösterdi. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının sürmesi ve İsrailli yerleşimcilerin Batı Şeria’daki ihlallerinin devam etmesi, 87 yaşındaki Abbas’a ve yolsuzluklarla anılan Filistinli siyasetçilere karşı duyulan öfkeyi ciddi anlamda artıracak ve yönetim karşıtı protestoları şiddetlendirecektir. Böyle bir durumda Filistin Yönetimi’nin Batı Şeria’da kontrolü kaybetmesi ihtimal dahilindedir. Batı Şeria’daki karışıklıkların nehrin diğer yakasına sirayet etmesi ve Ürdün’deki istikrarı tehdit etmesi ise kuvvetle muhtemeldir.
Çatışmalar Ürdün’ün ekonomik istikrarını riske atıyor
Son olarak, İsrail-Filistin çatışmasının Ürdün’ün ekonomik sorunlarını derinleştirme ihtimali bulunuyor. Son 10 yılda yaşanan bölgesel ve küresel gelişmeler Ürdün ekonomisini giderek daha da kırılgan hale getirdi. KOVİD-19 salgını ve Rusya-Ukrayna savaşı gibi küresel krizler ile Suriye savaşı ve Filistin meselesi gibi bölgesel krizler Ürdün’de yaşanan ekonomik krizin başlıca sebepleri arasında yer alıyor. Gazze’de İsrail ile Hamas arasında patlak verecek olası bir savaş, bölgesel ve küresel şoklara karşı oldukça dayanıksız olan Ürdün ekonomisine yeni bir darbe indirecektir. Ayrıca Ürdün’ün Gazze konusunda Batılı müttefikleriyle ters düşmesi ve taraflar arasında İsrail’e yaklaşım konusunda politika ayrılıklarının derinleşmesi ihtimal dahilindedir. Böyle bir durumda Ürdün’ün, ekonomik istikrar için şiddetle ihtiyaç duyduğu Batı’nın kredi, yatırım ve hibelerinden yoksun kalması söz konusu olabilir. Aralık 2022’de hayat pahalılığı, işsizlik ve yüksek enflasyon gibi sebeplerle meydana gelen protesto gösterileri hatırlanacak olursa İsrail-Filistin meselesinin yol açabileceği ekonomik sorunların Ürdün’de siyasi istikrara ve rejim güvenliğine yönelik oluşturduğu tehlikeler daha iyi anlaşılacaktır.
Görüldüğü üzere, İsrail-Hamas çatışması Ürdün’ü siyasi ve ekonomik birtakım meydan okumalarla karşı karşıya bıraktı. Ancak Ürdün’ün bu meydan okumalarla başa çıkmak için pek fazla politika seçeneği bulunmuyor. Ne İsrail ne de Hamas üzerinde siyasi nüfuza sahip olan Ürdün, çatışmanın seyrine etki etme kapasitesinden de yoksundur. Ayrıca birçok bölgesel ve uluslararası liderle görüşen Kral Abdullah, uluslararası toplumu İsrail’i dizginlemek konusunda ikna edebilmiş değil. Dolayısıyla Ürdün yönetimi, İsrail-Hamas çatışmasının yarattığı güvenlik tehditleri karşısında oldukça savunmasız bir durumda. Sonuç olarak, İsrail’in olası kara harekatı ve Gazze ve Batı Şeria’da statükoyu değiştirme arzusu Ürdün’de istikrarın bozulmasına yol açabilir. Orta Doğu’da “istikrarın kalesi” olarak adlandırılan Ürdün’ün istikrarsızlaşması ise başta Levant ve Körfez olmak üzere Orta Doğu’nun genelinde oldukça yıkıcı sonuçlar doğuracaktır.
Recep T. Teke
Levant Çalışmaları Araştırma Asistanı, ORSAM