Prof. Dr. Kemal Sayar, Kahramanmaraş’ta yaşanan deprem afetinin ardından psikolojik ilk yardımın nasıl olması gerektiğine dair bir değerlendirmeyi kaleme aldı.
Bir toplumun başa çıkabilme kabiliyetini aşan, ruhsal ve toplumsal çöküşlere sebep olan hadiseye afet deniliyor. Ülkemizi sarsan depremler yüzyılın afeti olarak isimlendiriliyor. Bu afet sadece bedenleri değil ruhlarımızı da enkaz altında bıraktı. Önümüzdeki yıllar görünen o ki bu büyük travmanın rehabilitasyonu için uğraşacağız. Sadece bireyler değil toplumlar da travma geçirir. Yunanca “yara” kelimesinden türetilmiş bir kavram “travma”. 20. yüzyılın başında, askerlerde “mermi şoku” ve “savaş nevrozu” tanımlarıyla literatüre girse de Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), travma sonrasında sürekli ruhsal açıdan örseleyici deneyimi hatırlama, anılardan kaçınma, kabuslar, olumsuz duygular, çarpık inanışlar, duygusal ve bilişsel değişiklikler, tedirginlik ve tepkisel aşırılık belirtileriyle temayüz eden bir hastalık. Kişi kabuslar ve geri dönüşler halinde sürekli o incinme anını yaşar, travma mahalline gitmekten kaçınır, aşırı uyarılma ve irkilme belirtileri gösterir. Bazen de tam bir uyuşma haline girer.
Sosyal bütünleşmenin ve dayanışma duygusunun kuvvetli olduğu toplumlarda TSSB daha az gelişiyor. Travmatik olaya verilen kültürel anlam, kişinin aldığı sosyal destek ile verilen tepkinin şiddetini belirleyen en önemli etkenlerden. Bizim toplumumuzun sahip olduğu geleneksel değer ve kodlar, yaşanan bu felaketin anlamlandırılmasında yardımcı olabilir. Travmatik olay kadar acının hiç işitilmemesi, onun tanıklık edebilecek olanlar tarafından görmezden gelinmesi de örseleyici. “Buhran zamanlarında insanlar atalarının gözleriyle görürler” denir. Toplumumuz geçmiş tecrübelerinin ışığında yine acıda kenetlendi. Adeta bir merhamet devrimi gerçekleşti. İnsanımız yasını bir diğerine şifa olarak, yardım taşıyarak sağaltmaya niyetlendi. Afetzede vatandaşlarımızın tecrübe ettiği bu yardımlaşma duygusu onlara yalnız olmadıklarını hissettiriyor. Toplumsal dayanışma travmadan iyileşmenin en önemli araçlarından birisi.
Sadece travma değil yas da yaygın olarak karşılaşılacak bir durum. Sevdiklerini kaybeden bir insanın tüm dünyası değişmiştir. Özlem, keder, öfke ve hatta suçluluk duyguları kişiyi yoklamaya başlar. Kaybedilen kişiyle olan ilişki incinebilirliği arttırır. Birbirine daha bağımlı insanların daha karmaşık bir yas tepkisi vermeleri muhtemeldir. Ölümün travmatik ortamlarda vuku bulması ve akabinde yaşanan çaresizlik hissi, yas tutmayı daha da zor hale getirebilir.
Psikolojik İlk Yardım
Deprem ve diğer doğal afetler sonrasında, yaşanan olay beyinde daha işlenmeye henüz başlamışken psikolojik güçlendirme sürecinin ilk aşaması olan Psikolojik İlk Yardım (PİY) devreye girmelidir. Psikolojik İlk Yardım, doğal veya doğal olmayan felaketler sonrası destekleyici olarak kullanılır. Amacı, genelde zannedilenin aksine, terapi vermek değildir ve sadece profesyoneller tarafından yapılmaz. Her birey yaşanan afet sonrası farklı şekillerde tepki gösterir. Psikolojik ilk yardımın en önemli amaçlarından biri kişinin doğal duygularını yaşamasına yardımcı olmaktır. Sağlıklı ilerlemenin sağlanabilmesi için üzülmek, öfke duymak gibi duyguların yaşanması gerekir. Kimi zaman kişiler yaşamaları gereken olumsuz duyguları farklı sebeplerden dolayı yaşayamıyor olabilirler.
Psikolojik ilk yardımın amaçlarından biri de kişiye kaybettiği kontrol hissini yeniden kazanması için yardımcı olmaktır. Burada izlenecek ana yol, “izle-dinle-bağla” prensibidir. Bu prensip sayesinde afetzedelere afet sonrası hayatlarının ilk aşamasında yardımcı olmak amaçlanır. Teker teker bakacak olursak: “İzle” ilkesinin amacı, olan olayı geniş açıdan anlamak (depremin yaratmış olabileceği sorunları anlamak) ve yoğun stres altında olan bireylerin ihtiyaçlarını ve fiziksel durumlarını fark edebilmektir. “Dinle” ilkesinin amacı gerekli durumlarda kişilerin izni dahilinde onlarla bağlantı kurup duygularına, yaşadıklarına, ihtiyaçlarına kulak vererek sakinleşmelerini sağlamaktır. “Bağla” ilkesinin amacı ise diğer iki ilkeyi kullanarak edindiği bilgilerle kişiyi gerekli desteğe bağlamaktır. Bu duruma, sosyal destek ve yakınlarla iletişimi sağlamak, soruları biliyorsak yanıtlamak, eğer bilmiyorsak doğru cevabı öğrendikten sonra yanıtlamak örnek olarak verilebilir.
Psikolojik müdahale ilkeleri
Psikolojik müdahale için dünyada yapılan araştırma bulguları, birincisi güvenlik duygusunu sağlamak, ikincisi sakinleştirmek, üçüncüsü hem kendi başına hem de toplum içinde yeterlilik hissi vermek, dördüncüsü bağ kurmayı kolaylaştırmak, beşincisi ümit aşılamak olmak üzere 5 ilkede özetleniyor. Güvenlik duygusunun temini deprem sonrası olabilecek travmanın akabinde stres tepkilerini azaltır. Aynı zamanda “dünya çok tehlikeli” inancını ve gelecek riskini abartılı düşünmeyi iyileştirir. Sakinleştirme, travmayla gelen endişeyi ve onunla gelen aşırı uyarılmayı, uyuşma ve duygusallığı önler. Kişinin düşünce, duygu ve davranışını düzenleyerek zaman içinde yeterlilik duygusunu kazanması, zor olaylarla başa çıkabileceğine dair inancını pekiştirir. Bağ kurma duygusal esenlik ve iyileşme için elzemdir. Bağ kurmak, travmatik yaşantıların paylaşılabilmesi, duygusal anlama ve kabulün artması, tepki ve yaşantıların normalleşmesiyle gerçekleşir.
Sosyal ve kültürel değerler, inanç ve algılar travmatik olayların bir kişiyi veya toplumu nasıl etkilediğini belirler. Bu faktörler, sadece etkiyi değil tepki verme biçimini de tayin eder. Olaylara atfedilen anlam, toplumsal ve tarihi bağlam ve toplumun yaşananlarla baş etme biçimi travmanın etki ve sonuçlarını belirler. Sözgelimi kuvvetli geleneksel ve dini inançların ve sosyal desteğin, travmaya karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir. Aile ve toplum bağlarının kuvvetli olması ve zor zamanda gösterilen destek ve dayanışma da koruyucu etkenler arasındadır. Geçmişte, travma psikolojisinde, travmayla ilgili duygularını ifade etmek ve onun hakkında konuşmak özendiriliyordu. Daha yeni araştırmalar, bunu yapmayanların da yapanlar kadar sağlıklı olduğunu gösteriyor. Her bireyin başa çıkma tarzına saygı duymak gerekiyor.
Yaygın karşılaşılan duygusal tepkiler
Travmatik olaylara maruz kalanların verdiği en yaygın iki duygusal tepki korku ve endişedir. Keder, öfke, depresyon ve huzursuzluk da sıklıkla görülür. Kimi insanlar geleceğe dair ümitsiz ve boşlukta hissederler. Bir duygusal tepki de uyuşukluktur. İçe kapanma ve insanlardan uzaklaşma, özellikle kişinin önceki hayatından önemli bir sapma olmuşsa, dikkat edilmesi gereken belirtilerdir. Travmatik stres sonucu alkol ve madde kullanımında artışlar olabilir. İnsanlar endişelerini yatıştırmak için bu tür alışkanlıklara yönelebilir. Aileye karşı aşırı koruyucu tutumlar, kendini diğer insanlardan yalıtma, travmatik olayın hatırasını akla getiren yerlerden uzak durma durumları da yaygın olarak görülebilir. Travmatik stres tepkileri doğru düşünmemizi önler. Bu durumda karar vermekte ve bazı şeyleri belleğimizde tutmakta zorlanabiliriz. Flashback (geridönüş), mağduru özgün travmatik olay anına geri döndüren bir tepkidir. Kişi özgün olay sırasında duyduğu, hissettiği, kokladığı aynı duyumları hisseder Genellikle 30 saniye veya daha az sürer ve süreğenleşmesi durumunda mutlaka psikiyatri takibi gerekir.
İnsanların travmatik strese verdikleri tepki değişkenlik gösterir, her insanın farklı bir psikososyal hikayesi ve mizacı var. Zorlukla baş etme yeteneğimizi etkileyebilecek sayısız değişkenden söz edilebilir. Beklenmeyen felaketler, uzun süren ve fazla yıkıma yol açan felaketler, ölüm sayısının ve bilhassa çocuk ölümlerinin çok olduğu durumlar, felaket sonrası çevrenin düzeltilemediği durumlar, yardım operasyonlarının hızı ve etkinliği, resmi makamların iletişim yeteneği ve nihayet medyanın felaketi ele alma biçimi stres düzeyini etkiler. Birey düzeyinde ise etrafımızdaki insanların tepkileri, afete hazırlanmışlık derecesi, yakın zamanda yaşanmış stresler veya bireylerin uzun vadeli özellikleri ve sosyoekonomik seviye gibi unsurlar strese verilen tepkiyi etkiler.
Acıya parmak ucunda yürüyerek yaklaşmak
Travma insanı varlığının özüne kadar güvensiz kılar. Bizi zamanda asılı, duygularda donuk halde bırakır. Travma sonrasında anılarımızla yüzleşmeye, duygularımızı bilmeye ve tanımaya çabalarız. Hele ki duyguları hissetmek travma belirtilerini yeniden yaşamak anlamına geliyorsa, o donuk halden çıkmak endişe ve korkuyu tetikleyebilir. Travmayla ilgili yeni anlayışlar “acıya parmak uçlarında yürüyerek yaklaşmayı” öneriyor. Öncelikle tehlike sinyallerini susturacak güvenlik temelli duygu durumları inşa etmeliyiz. Örselenmiş insanlar önce güvenliğe ihtiyaç duyar. Onları çok çabuk travmalarıyla yüzleştirmek, açık bir yaraya keskin bir alet sokmak gibidir. Bu da yeniden travmatizasyonu ve başka savunma mekanizmalarını tetikler. Tanımı gereği travma dehşet vericidir. Geri dönüşler (flashback) dehşet verici geçmiş olayların bugünde de yaşandığı hissini verir. Kişinin önce kendi içinde bir güvenli üs kurmasına yardım edilmeli; kişinin sükunet duyacağı ve güven hissedeceği bir rahatlığa ermesi sağlanmalıdır. Tehlike sinyalleri söndürülmeden, mağdur tam anlamıyla güvende olduğuna inanmadan ağrı ve travma sindirilemez. Alarm sinyalleri azaldıkça güvenlik ve rahatlama olur ve sonunda ruhsal açılma ve yumuşama hali sökün eder.
Uyarılmışlık, kaçınma, yeniden deneyimleme, duygu durumda değişkenlik gibi psikolojik zorlukların yaşanması, travmadan sonra beklenen bir yanıttır ve yaşanan sıkıntılar çoğunlukla kendiliğinden geriler. Acının çok erken söze dökülmesini içeren girişimler bu nedenle faydasız, hatta zarar verici olabilir. Büyük acılar dilsizdir ve ifade edilmeleri için sabırla beklemek gerekir.
Toplumumuz büyük bir acıyla karşı karşıya. Bu kitlesel travmanın etkilerini uzun yıllar boyunca hissedeceğiz. Kayıplarımız için duyduğumuz kederi, yaşayanlarımız için hürmet ve nezakete çevirmeyi öğrenmeliyiz. Ancak birbirimizi iyileştirerek, birbirimize kulak ve omuz vererek zaman içinde iyileşebileceğiz. Bu yazıyı bitirmeden evvel Adıyaman’da çıplak elleriyle enkazdan altı canlı, otuz vefat etmiş insanımızı çıkaran kahraman bir gönüllü kardeşimizle yüz yüze görüştüm. Detaylarını yazmayacağım. Tanık olduğu acı karşısında büyük bir ruhsal örselenme yaşıyordu. Görünen o ki Türkiye bu ağır matemle uzun yıllar uğraşacak, yaygın rehabilitasyon merkezleri kurulması gerekecek.
Prof. Dr. Kemal Sayar
Psikiyatri Uzmanı
Fotoğraf: Erçin Ertürk – AA